
İnsan Denen Canavar
Savaş, ırkçılık, soykırım sinemanın çarpıcı, sert ve karanlık senaryolarına yapı taşı olmuş başlıca olgulardandır. Konu itibari ile izlediğimiz filmlerde insanlıktan nasibini almamış bir canavar ve onun peşindeki insanlar; bu insanların gösterdiği cesaret ve fedakârlık gözler önüne serilir. Onca aksiyon, cinayet, kan, ölüm ve kovalamacanın gölgesinde saklanan ise insanoğlunun karanlık ruhu ve kaosu besleyen tarafıdır. Bu taraf en çok yalan söylemeyi sever, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, derinlerde bir yerde çok daha acı gerçeklerin gömülü olduğunu saklar herkesten. O kadar iyi saklar ki kendi de unutur, söylediği yalana inanır, fark etmeden peşine düştüğü canavarın ayak izlerini takip etmeye başlar. The Debt bizlere kaçan bir canavar ve peşindeki 3 insanın hikâyesini anlatıyor. Kaçanı yakalamak kolay peki kendinden kaçabilir mi insan, kendi yarattığı derin yalan çukurlarından kurtulabilir mi?
The Debt savaş sırasında yaşanan Yahudi soykırımı sırasında vahşi deneyler yapan ve takma adı Birkenau Kasabı olan Doktor Dietel Vogel’i yakalamaları için Doğu Berlin’e gönderilen 3 Mossad ajanını konu alıyor. Hikaye 1965 ve 1996’da iki ayrı zaman diliminde fakat aynı karakterler etrafında dönüyor. Film benzerlerinin aksine aksiyon dozu düşük, dram ve psikolojik gerilim düzeyi yüksek bir yapıya sahip. Esas oyuncu kadrosu 1996 döneminde izlediğimiz Tom Wilkinson, Helen Mirren ve Ciarán Hinds olsa da, 1965 döneminde izlediğimiz Marton Csokas, Jessica Chastain ve Sam Worthington’dan oluşan genç oyuncu kadrosu rol çalıyor ve hikâyenin merkezinde yer alıyor.
Filmin en çarpıcı yönü karakterler arasındaki ilişkiler. Büyük bir misyon ile bir araya gelen 3 genç ajandan lider olan Stefan Gold (Marton Csokas) deneyimli, pervasız ve amacı uğruna her şeyi yapabilecek sert bir karakter. 2 yıldır birlikte çalıştığı David Peretz (Sam Worthington) sessiz sakin görünen, ne düşündüğünü belli etmeyen oldukça gizemli biri. İkilinin arasına genç ve güzel, bir o kadar da deneyimsiz Rachel Singer (Jessica Chastain)’ın katılmasıyla görev başlıyor; amaç yıllardır kimsenin yakalayamadığı savaşın ve soykırımın en azılı katillerinden biri olan Alman Doktor Dietel Vogel’i yakalamak ve İsrail’e yargılanması için geri götürmek. Yıllarca gerekli eğitimi almış olan ajanlar canavarı yakalayıp hak ettiği cezayı almasını sağlayabilecekler mi ve acaba bunu insanlıklarını kaybetmeden başarabilecekler mi?

Buradan sonrasını filmi izledikten sonra okumanız gerekiyor.

Filmin bana göre en etkileyici sahnesi Vogel ile David arasında geçiyor. Elleri kelepçeli yerde oturmakta olan zararsız gibi görünen yaşlı bir Nazi, kendisine yemek yedirmekte olan genç bir Yahudi. Savaş sırasında çocukların göz renklerini değiştirmek uğruna onları kör etmiş, soykırımda binlerce insanı öldürmüş fakat o an için asıl korkması gereken o; yakalanmış, köşeye kıstırılmış ve zincirlere vurulmuş bir canavar ile karşısındaki genç ve özgür insan arasında geçen diyalogdan bir kesit;

Canavardan korkuyorsun.
Neden sizleri yok etmek o kadar kolaydı dersin?
Zayıflığınız.
Gördüm onu.
Hemen her gün gördüm onu.
Her biri sadece kırbaçlanmak, tekmelenmek ya da öldürülmekten nasıl kaçabileceğini düşünüyordu.
Herkes sadece kendini düşünüyordu.
Binlerce insanı gaz odasına götürmek için neden sadece dört asker yetti dersin?
Çünkü binlercesinden birinin bile karşı koyacak cesareti yoktu.
Hiçbiri kendini feda etmedi.
Hatta çocuklarını onlardan çekip aldığımızda bile.
Bu yüzden sizlerin yaşamaya hiç hakkınız olmadığını biliyordum.
Hiç hakkınız yoktu...
Ve David o soğukkanlılığını ve içindeki insanlığı kaybeder; elindeki tabakla Vogel’a saldırır. Bu olay kırılan porselen parçalarından birini alan Vogel için kurtuluş; David, Rachel ve Stefan için sonun başlangıcı olacaktır.
Tarihin başlangıcından beri savaşan insanoğlu; kendi cinsini öldüren, üzen, seven ve katleden. Düşmanı kendi olan insanoğlu, kalbi karanlık ve kaos ile dolu olmasına rağmen seven ve insanlığını kaybetmeyen.
B.Kumbay / 25.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder