Uzay: son sınır.
Bunlar yıldız gemisi Atılgan'ın seyahatleridir.
Beş yıllık görevi: Bilinmeyen yeni dünyaları araştırmak, Yeni yaşam
formları ve yeni uygarlıklar bulmak, Daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere
cesurca gitmek.
diye başlar Star Trek veya biter, bu hiç değişmez.
Atılgan ve zaman zaman değişen mürettebatı bu işi tam 50 yıldır yapıyor.
1966 yılında William Shatner'lı ve Leonard Limoy'lu Star Trek görevine
televizyon dizisi olarak başlamıştı. Star Trek bu 50 yılın içinde beş kere diziye,
onüç kere filme uyarlandı. Star Wars ile başa baş derecesinde hayran kitlesi
olan, derin felsefeler yerine her bölümde her filmde önümüze yeni ve renkli
dünyaları seren bir bilim kurgu klasiği oldu. Star Trek'in anlam ve önemi benim
gibi insanlar için bambaşkadır, benim gibi tasvirini biraz açmak gerekirse;
Battlestar Galactica, Star Trek, Star Wars izleyerek konuşmayı söken ve yine
aynı şekilde büyüyen ve aynı şekilde büyümeye devam etmekte olan insanlardan
bahsediyorum. Bu insanlar genelde 70'lerin sonu 80'lerin başında bilinçaltına
uzay ve bilim kurgu işlemiş gayet enteresan insanlardır ki konumuz bu değil
devam edelim.
Ben Kaptan James Kirk'i amcam yerine koymuşumdur, bir diğer amcam da Amiral
William Adama'dır (Han Solo'ya baya aşıktım ona amca demeye dilim varmıyor).
James Tiberius Kirk bilim kurgu aleminde en sevdiğim karakterdir (Adama onu
takip eder ama Adama ağır adamdır, espriden hoşlanmaz, vurdu mu oturtur).
Öncelikle Jim Kirk bizden biri yani insan, özel gücü yok, yeri gelir dayak yer,
yeri gelir esir alınır ama her zaman o muhteşem zekasıyla bir çıkış yolu bulur.
Çoğu zaman kalbinin sesini dinler, espirilidir, zorda kalanın yardımına koşar,
mürettebatını ölesiye sever. Jim Kirk'in kötü bir yönü yoktur diyebilirim,
mükemmel insan ve mükemmel kumandandır, efsanedir. Kirk ve Spock'ın diyalogları
olsun, arkadaşlık ve iş ilişkileri olsun inanılmaz eğlenceli ve dengelidir; bu
iki birbirinin zıttı insan ölümüne arkadaştır, tam anlamıyla bir elmanın iki
yarısıdırlar. Yani ben bu derece severim Kaptan Kirk'i ve Atılgan
mürettebatını, hal böyle olunca 2009'da Kaptan Kirk'in gençliğini görecek
olmanın verdiği heyecan ve huzursuzluk yeni çekilen başlangıç filmlerinin
ilkine önyargı ile yaklaşmama neden oldu. İşin içine J.J. Abrams da girince
filmi sinemada izlememeyi tercih ettim ama nihayetinde 2009 yılında çekilen
Star Trek'in benim için Abrams'ın en iyi işlerinden biri olduğu ortaya çıktı
(diğeri de Alias'dır ve bir diğeri de Star Wars: Into Darkness'dır o kadar) ve
bu yüzden neden sinemada izlemedim diye halen kafamı taşlara vuruyorum heyhat.
Bu konuyu fazla uzatmaya gerek yok; Abrams'ın yönetmenliğini (ilk iki film)
ve yapımcılığını üstlendiği şimdiye kadar üç tane çekilen başlangıç filmleri
Star Trek ruhunu tamamen yansıtan ve özellikle karakterleriyle orjinalini
aratmayan bir başlangıç oluşumu. Şahsen tüm karakterler ama özellikle Kaptan
Kirk'in gençliğini canlandıran Chris Pine ve genç Spock Zachary Quinto
inanılmazlar. Tek tek saymak gereksiz gerçi ama Simon Pegg, Karl Urban, Bruce
Greenwood, Anton Yelchin, Zoe Saldana, John Cho; üç filmin kötü
karakterlerinden Eric Bana ve Benedict Cumberbatch eskileri asla aratmıyor.
Zaten eskileri özlerseniz diye ilk iki filmde Leonard Limoy bol bol karşınıza
çıkıyor, Limoy sonrası filmlerde görünme sırası William Shatner'da diye
umuyorum, lütfen duyun sesimi.
Şimdiye dek üç adet çekilen başlangıç filmlerinden Star Trek (2009)
aralarından en sevdiğimdir. Jim Kirk'in doğumunu, çocukluğunu, gençliğini ve
Atılgan'ın (Enterprise için enteresan bir çeviri, biz böyle bildik böyle de
gider artık) kaptan koltuğuna oturmasının hikayesi; kısacası efsanenin doğuşu.
Kurgusundan senaryosuna, oyuncularından yönetmenine, müziklerinden finaline
kadar beni asla rahatsız etmeyen ve keşke şöyle olsaydı demediğim hayatta en
sevdiğim bilim kurgulardan biridir ilk film. Özellikle içinde barındırdığı
zamanda yolculuk teması, yaşlı Spock'ın genç Kirk ve genç Spock'la karşılıklı
gelmesini görmek, Kirk'in babasını tanımak, Enterprise'ın ilk sefer yolculuğuna
tanık olmak ve üç filmin en baba kötüsü Nero ile tanışmak harikadır. Şimdiye
dek üç kere izledim ama bir otuz kere daha izlerim gibime geliyor.
Başlangıç filmlerinin ikincisi; Star Trek: Into Darkness (2013) aralarında
en silik olarak gördüğüm filmdir. Filmin yapısal ve kurgusal olarak değil ama
ruh halinde bir karanlık var. Bunda filmin kötüsü Khan'ı canlandıran Benedict
Cumberbatch'in oyunculuğuyla fazlaca ön plana çıkması mı desem yoksa filmin en
sevdiğim karakterlerden biri olan Kaptan Pike'ın ölümüyle başladığından mı
desem aşırı sevemedim ama yine de iyi bir geçiş filmidir; bu filmle birlikte
Enterprise tamamen Kirk'in oluyor ve nihayet orijinaline uygun olarak
Enterprise beş yıllık görevine başlıyor.
Ve gelelim Star Trek Beyond (2016)'a. Öncelikle muhteşem bir imax
deneyimiydi benim için, filmi izlerken bir iki kere başım döndü hatta bir
sahnede resmen yerimden havalandım; 3d çekimleri, ses ve görsel efektleri tek
kelimeyle şahane. Benim için üçlemenin iki numarası, ilk filmden sonra en
sevdiğim. Enterprise beş yıllık görevindeyken yabancı bir uygarlıktan gelen
yardım çağrısı ile gemi ve mürettebat kendilerini berbat bir savaşın içinde
buluyor, gemi haşat olduktan sonra bilinmeyen bir gezegene düşüyor. Kirk
mürettebatını kurtarmaya çalışırken bir yandan da eve dönebilmenin bir yolunu
bulmak zorunda. Filmin yönetmeni bu kez Abrams değil Justin Lin ve aksiyon
sahnelerinden belli ediyor kendini. Star Trek Beyond'un bende yarattığı iki
hayal kırıklığı; yüzü posterlere kazınacak derecede önemli görünen ama hikayeye
pek de etkisi olmadığını düşündüğüm Jaylah ile yenilmesi imkansız gibi görünen
ama finalde çantada keklik bir kötü olduğu ortaya çıkan Idris Elba'nın
canlandırdığı Krall karakteri. Idris Elba konusunda tarafsız olamıyorum gerçi
ama bu kadar kolay bertaraf edilmemeliydi diye düşünüyorum. Bunun dışında Star
Trek Beyond'da efsane sahneler var misal Enterprise'ın arılar tarafından bilmem
kaçıncı kez parçalanması (motorların kopması hakikaten dehşetti), USS
Franklin'in kalkış sahnesi, mürettebatın arıları yeniş sahnesi (evet klasik
müzikle) gerçek birer görsel şölendi. Bu arada üç film içerisinde en dengeli
Spock-Uhura ilişkisi yine son filmde bu yönden de takdir edilesi (Abrams'ın
yokluğu bir kez daha belli oluyor) Star Trek Beyond'un içleri cız ettiren iki
olayı da var ki bunlar Leonard Limoy'un ve Anton Yelchin'in ölümleridir.
Özellikle Anton Yelchin'in feci ölümü, hele de son filmde ne kadar iyi
oynadığını izlerken sürekli aklıma geldi ve filmi gözlerim yaşararak izledim.
Yelchin'in rolü diğer iki filmde olmadığı kadar da arttırılmış bu filmde, çok
iyi oyuncuydu, ikisinin de mekanı cennet olsun.
Başlangıç filmlerinin kötü karakterlerinden yukarıda bahsetmiştim ama
sıralamayı tekrar yapmam gerekirse; en kötü ilk filmin Nero'sudur, adam ailesi
ve gezegeni uğruna da olsa zamanın akışını tamamen değiştirmiş ve Kirk'in
babasını öldürmüştür daha ne olsun. Aynı zamanda Kaptan Pike'ı ve büyükelçi
Spock'ı kaçırmış ve içinde Spock'ın annesi ve milyarlarca vulcanlı ile birlikte
Vulcan gezegenini yok etmiştir. Aynı şeyi Dünya'ya da yapacaktır hatta da son
anda engellenmiştir, bence daha kötüsü yok.
Star Trek: Into Darkness'ın kötüsü Khan da oldukça dişli bir kötüdür ne var
ki etrafa pek bir zarar veremeden (Kaptan Pike'ın ölümü ve ortalığın baya bir
dağılmasını saymazsak) derin dondurucudaki yerini almıştır.
Star Trek Beyond'ın kötüsü Krall Enterprise'ı dibine kadar dağıtmış (gemi
her filmde dağılıyor zaten yeni bir şey değil ama motorların koptuğuna ilk kez
şahit oluyoruz) ve mürettebatı yok etmeye bu denli yaklaşmış tek kötü olmasına
rağmen elindeki deli dehşet silahı kullanamamış ve kolaylıkla nakavt olmuştur,
ne de olsa kendisi de insandır fazla bir şey beklememek gerekir.
Bu yazıyı yazmadan önce acaba eski ve yeni karşılaştırması yapsam mı diye
düşündüm ama sonuçta yeninin eskiyi aratmadığına ve böyle bir karşılaştırma
yapmanın gereksiz olacağına kanaat getirdim. Yine de kısaca değinmek gerekirse;
Chris Pine görüntüsü olsun, hal ve tavırları olsun, oyunculuğu olsun cuk diye
oturan bir William Shatner'ın gençliği. Zachary Quinto aynı şekilde Leonard
Limoy ile birebir uyumlu ki zaten ilk iki filmde ikisini yan yana görme
şansımız da oluyor. Şahsen ben diğer karakterlerin genç hallerini de gayet
beğendim; özellikle Doktor Bones McCoy (Karl Urban) ve Scotty (Simon Pegg)
üçlemenin neşe kaynağı. Aynı şekilde Chekov (Anton Yelchin) da öyleydi, gelecek
iki filmde Chekov karakteri olacak mı acaba (olmasın) ve evet en az iki film
daha yolda geliyor.
Bana göre eski ve yeni karşılaştırmasında ortaya çıkan en büyük fark
NCC-1701 Enterprise'ın kendisidir. Orijinal Enterprise 289 metre uzunluğunda
Warp 6 ile seyreden ve Warp 9'a kadar çıkabilen bir gemiyken yeni Enterprise
725 metre uzunluğunda ve sadece Warp 8'de seyredebiliyor. Bunun dışında yakıt
türünden silahlarına, kalkanına kadar her şeyleri aynı. Lütfen bir sonraki film
için şu geminin kalkanını güçlendirin ve bir iki tane işe yarar silah ekleyin
gemiye, biliyoruz Enterprise barış için keşif yapan bir araştırma gemisi ama
bir kez daha parçalanmasını görmeyi kaldıramayacağım.
Star Trek'in soundtrackinden bahsetmeden olmaz. Michael Giacchino
bayıldığım bir kompozitör değil çünkü genelde yumuşak ve sakin müzikler yapar
(ve genelde JJ Abrams'la çalışır) ama Star Trek için yaptığı müzikler
şahanedir. Özellikle Star Trek main theme beni benden alır, milyon kere
dinlesem asla bıkmam. Giacchino'nun başlangıç filmleri için yaptığı üç ost
albümü de oldukça iyidir fakat benim favorim ilk filmin ost albümüdür. Star
Trek Beyond maalesef üç albümün en zayıf halkası ama buna rağmen aylardır
dinliyorum, bıkmadım, bıkacak gibi de değilim.
Son olarak; Star Trek Beyond'da malum sahnede çalan klasik parça Beastie
Boys Sabotage, aynı şarkı ilk filmde çocuk Kirk üvey babasının klasik arabasını
haşat ederken de çalmıştı. Abrams koyu bir Beastie Boys hayranı olduğundan bu
şarkıyı pek bir severmiş.
50 yıldır tv ve sinemaya Star Trek kadar uyarlanan bir yapım yoktur sanırım.
Saatlerdir yazıyorum, sanırım biraz uzun oldu ama Star Trek evreni o kadar
geniş ki nerden baksanız üzerine yüksek lisans yapabilirsiniz. Tabii ki okumak
yetmez, yeni filmleri izlemek yetmez; özellikle William Shatner'lı ve Patrick
Stewart'lı dizi ve filmlerini izlemeniz gerek ki Star Trek ruhunu kavrayabilin.
Zaten Star Trek'in anca bu şekilde sevilebileceğine inanıyorum, sadece bu
şekilde hayatınızın bir parçası olabilir tıpkı Battlestar Galactica ve Star
Wars gibi.
İnsanoğlu hayalleri ile var olur, hayalleri bilim kurgu besler, o halde
size bol bilim kurgulu günler ve iyi beslenmeler.
BKumbay / 07.09.2016
1 yorum:
Star Trek in yeni dönem filmleri cok iyi gercekten. Yazi icin emegine saglik, ama hepsini okumadim.
Yorum Gönder