2 Ocak 2010 Cumartesi

Avatar


Küçükken masallarda dinlediğimiz, büyüyünce ucundan bucağından filmlerde gördüğümüz bir dünya; Pandora. Barışçıl yaratıkların doğa ile iç içe yaşadığı, hiç bir canlının gerçek anlamda yok olmadığı, tüm canlıların ve ruhların iç içe karıştığı destansı bir orman ve bu ormanın güzel mavi yaratıkları. Bu masal insanların akla hayale sığmayacak derecede zengin madenleri ile gezegeni keşfetmesiyle cehenneme doğru bir adım atıyor. Bilimadamları, askerler ve madenin peşindeki hükümet görevlileri birbirleri ile güç savaşına giriyor, arada kalan Na'vi halkı evlerinden, birbirlerinden ve tanrılarından kopmama mücadelesine giriyor. Bu mücadelede en büyük kozları ise önce aralarına casus olarak gönderilmiş fakat daha sonra gerçek bir Na'vi'ye dönüşmüş olan sakat eski asker Jake Sully. Jake kendini Pandora'nın büyüsüne kaptırıyor ve kendi ırkını öldürme pahasına Na'vi'lere yardım ediyor. Bu gergin çekişme olanca hızıyla devam ediyor taa ki insanlar Na'viler'in evi olan yüce ağacı yakıp yok edene kadar.

Avatar gerçek anlamda masalsı bir sinema şöleni, bilimkurgu-fantastik türü filmlerin iyi örneklerinden biri. 3 saat boyunca sizi sıkmadan perdenin karşısında tutmaya yetecek bir görsele, kurguya, müziklere ve oyunculuğa sahip. Bize hiç görmediğimiz bir dünyanın kapılarını açıyor, o dünyada korkuyor, kaçıyor, koşuyor, seviyor, nefret ediyor ve hatta uçuyoruz. Yine hiç bilmediğimiz erdemli yaratıklarla tanıştırıyor bizi, insanoğlunun bencilliğini, katil yanını aynı zamanda kahramanlığını, fedakarlığını ve cesaretini önümüze seriyor. İçimizde hem bir melek hem de şeytan olduğunu ve birbirleri ile nasıl mücadele ettiklerini bir kez daha farketmemizi sağlıyor.

Avatar'a giderken herhangi bir yorum okumadım, genelde yaptığım gibi çekim arkası videolarını izlemedim hatta trailer'ı bile izlemedim. Bunları yapmamamdaki amaç filmi nötr izlemek istememdi ve de öyle olduğuna inanıyorum. Film hakkındaki güzel düşüncelerimi söylediğime göre asıl meseleye gelebiliriz artık.

Avatar'ın pek çok olumlu tarafı olduğu gibi olumsuz tarafları da var. Öncelikle filmin konusu bütününe göre oldukça zayıf kalmış. Sanki efektlere ve Pandora'ya biraz fazla ilgi göstermişler ve konuya üvey evlat muamelesi yapmışlar. Oldukça bildik ve klişelerle dolu bir senaryo. Karakterler de artık ezbere bildiğimiz karakterler; doğayı ve yabancıları korumaya çalışan bilimadamları, para peşindeki yöneticiler ve etrafı yakıp yıkıp, önlerine geleni öldürmekten başka amacı olmayan askerler. Karşımızda uzaylı (Dünya'dan olmadıkları için uzaylı demek durumundayım) bir halk var ki onlar da barışçıl, artık bazı şeyleri aşmış, yaşadıkları yerle bütünleşmiş varlıklar (ya fazlasıyla gelişmişler ya da tam tersi; büyüyünce insan olacaklar). İki tür genelde olduğu gibi değerli bir doğal kaynak için karşı karşıya gelir; gelişmiş ırkın barutlu silahları gelişmemiş ırkın ok ve yayları ile karşılaşır. Tabii ki teknoloji galip gelecektir ama cesur ve fedakar bir gelişmiş ırk mensubu çıkar, hayatını ortaya koyar ve masumlara karşı yapılan amansız savaşa önderlik ederek tüm gezegeni kurtarır. Sonunda da en baştan aşık olacağını bildiğimiz güzel (ve de kabile reisinin-kralın-başkanın vs. kızı) hatuna aşık olur. Gerekli fedakarlıklar yapıldıktan sonra sonsuza dek mutlu yaşarlar.

Filmin sonunu tahmin etme konusunda kimsenin sıkıntı çektiğini sanmıyorum. James Cameron'ın böyle bir son yapmış olması gayet anlaşılır çünkü Avatar masalsı bir film. Malumunuz masallarda ölüm de olur savaş da ama sonu daima iyi biter. Filmin sonundan memnun musun derseniz kesinlikle hayır; Jake Sully'nin kendi bedeninde bacaklarına tekrar sahip olmasını isterdim. İşte böyle bir son beni gerçekten tatmin ederdi.

Filmdeki avatar moduna geçişler biraz aklımı karıştırdı doğrusu, avatar sahipleri ne zaman uyudu, ne zaman yemek yedi, ne zaman tuvalete gitti (duş almadıklarını biliyoruz en azından Jake'in) belirsizdi. Demek ki benden avatar olmaz yoksa zombi bir avatar olurum o uykusuzlukla.

Pandora'nın ormanı ve ağaçlar çok hoştu, özellikle geceleri Pandora cennetimsi bir hal alıyor. Fakat hayvanlar beni pek tatmin etmedi, değişik bir gezegende değişik hayvanlar görmeyi beklerdim ama Jurassic Park'ı andım durdum. Neyse buna da şükür.

Jake'in kutsal ağaçla konuştuğu sahnede içim cızz etti. Bir gün Dünya'nın aslında Pandora olduğunun farkına varabilecek miyiz yoksa gelecek nesiller onu ancak masallarda ve filmlerde mi izleyebilecekler.

Na'viler'in hayvanlarla olan bağları harika detaylardı, üzerinde düşünülmüş ve orjinaldi. Filmin diğer bir orjinalliği de avatar ve sahibi arasındaki bağ; gerisi oldukça tanıdık en azından bana.

Ben Avatar'ı Titanic gibi görüyorum. Bunun birçok nedeni var ama film Titanik'in başka bir gezegende geçen versiyonu gibi geldi bana. İşin içinde James Cameron'un olması ya da filmi görmek için sinemalara akın eden; en az 2-3 kez izlemek için tekrar tekrar sinemaya giden izleyiciler de değil. Titanic'te de aynı pazarlama kampanyaları yürütülmüş, izleyicilerin çoğu kendilerini filmi izlemek zorunda hissetmişti (tanıdıklarım dahil ve sırf onlar filmi nasıl izleyecek diye Titanic'e 2 kere gittim ve göreceğimi gördüm). Avatar'da da durum oldukça benzer ve birkez daha gördüm ki gişe hasılatı bir filmin iyi olduğunu kesinlikle ve kesinlikle göstermiyor.

Filmin bana göre olumlu iki tarafı daha var; Sam Worthington ve James Horner. Worthington'ın çizdiği bacaklarına kavuşabilmek için her şeyi yapabilecek eski asker portresi (bu adam yeniden yürüyebilmek için değil Pandora'yı Dünya'yı bile satar) her ne kadar bizi yeterince germese de o havayı bir sahnede hissedebiliyoruz, Jake Sully-tipik kahraman karakterini güzel bir şekilde canlandırmış Worthington. Kendisinden bir şey beklenmeyen eski asker, laboratuarda kurbağa kesmekle sınırlı bir bilim kariyeri ama sonuçta koskoca bir gezegeni kurtarıyor. Oyunculardan bahsedip de Sigourney Weaver'dan bahsetmemek de olmaz; cadaloz biliminsanı Grace'i hakkıyla oynamış. Ve de James Horner, hakikaten iyi bir ost yapmış, özellikle savaş sahnelerinde çalan müzikler bir harika. Filmin ost'sini filmden 2 kat daha fazla beğendiğimi söylememe bilmem gerek var mı; bir de ost'deki "I See You"'yu dinlemenizi tavsiye ederim.

Uzun lafın kısası Avatar, kendisinden çok şeyler beklemediğim için (sağolsun herkes güzel deyince beklentilerimi minimuma indiriyorum) izlerken gayet güzel vakit geçirdiğim güzel bir bilimkurgu-fantastik-macera. Ama yüzyılın en iyisi, son yılların en iyisi hatta 2009'un en iyisi??? Sadece 2 kelime: District 9.

Sonuç olarak; sinemaya gidin ve izleyin diyorum.

Önemli Not: Filmi Türkçe dublajlı ve 2D izledim. Pişman olacağımı düşünmüştüm ama Yüzüklerin Efendisi'ndeki gibi muhteşem bir dublaj (Türkiye'nin en iyi olduğu şey dublaj sanırım) çıktı karşıma. 2D veya 3D olması benim için çok şey ifade etmiyor önemli olan hikayeyi hissedebilip kendimi filmin içinde bulabilmemdir. Avatar'da bu istediğim şekilde olmadı ama yine de orjinal blue ray'ini indirip arşivime katacağım.


B.Kumbay - 02.01.10

Hiç yorum yok:

Apple Airtag ile Kedi Takibi

  Özellikle yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrası, dostlarımızın ve çocuklarımızın kaybolma riskini ortadan kaldırmak bir ihtiyaçtan öte gerek...