Bitirdiğin zamanı anlamalısın, o zaman da kalemini veya fırçanı elinden bırak. Geriye sadece hayatın kendisi kalır.
Duma Key'de anlatılan hikaye Edgar Freemantle’ın hayatının neredeyse bitmesi, hayata tekrar dönmesi, hayatının tekrar bitmesi ve yeniden dirilmesinin hikayesi. İlk başta onu dirilten de, sonra onu neredeyse öldüren de aynı; kalem, fırça, tuval ve kağıt.
Küçük Elizabeth, Edgar ve hatta Dali'nin ortak noktası Büyük Pembe, Duma Adası, boya kalemleri ve resim kağıtları. Bebek Elizabeth bir kaza geçiriyor ve kaza sonucu belki de Dreamcatcher'daki Duddits gibi ışınlara açık hale geliyor (çünkü normal insanlar ışınları algılayamıyorlar bir şekilde bilinçlerinin ışınlara açılması gerekebilir). Kara Kule'nin Kızıl Kral'ını çizerek ve sonra silerek alt eden Patrick Danville gibi, karşısındaki düşmanı Kızıl Cüppeli Cadı'yı (belki de Kızıl Kral'ın karısı, dişisi, ikizlisi) gücünü kullanarak yok etmeye çalışıyor ama Kızıl Cadı'nın zayıf noktası bambaşka ve maalesef daha sonra masa su sızdıracak.
Zaman ilerliyor ve Edgar büyük bir kaza geçiriyor, bir kolunu kaybediyor ve başından yaralanıyor (bilinci ışınlara açılıyor), karısı tarafından terk ediliyor ve ölümü düşündüğü bir anda intihardan utandığı için Duma Adası'na kaçmaya karar veriyor, orada zaman geçirecek ve sonunda öldüğünde ailesi bunun doğal yollardan olduğuna karar verecek, o da büyük bir utançtan kurtulmuş olacak.
Edgar ölümü düşünerek zaten mahvolmuş hayatını sonlandırmayı planlarken resim yapmaya başlıyor, günbatımı ve deniz kabukları onun can simidi, yeni bir hayata başlaması için bir adım oluyor. Ama yaptığı resimler göründükleri kadar canlı, vardan yok yoktan var edebiliyorlar, iyileştirip öldürebiliyorlar.
Sonra Perse geliyor, Ilse gidiyor, Edgar, Wireman ve Jack'le birlikte su sızdıran masanın icabına bakmak için büyük bir savaş veriyor.
Çok karışık yazdığımın farkındayım fakat kafam çok karışık, kelimeleri mantıklı bir şekilde yan yana getiremiyorum. Bunun nedenlerinden biri hikayenin özgünlüğü bir diğeri de içerdiği hayal gücünün sarsıcı etkisi. Duma Key kesinlikle anlatılacak değil okunacak bir hikaye bu yüzden konusu ne diyenlere lütfen açıklamaya dahi kalkışmayın.
Kitapta Kara Kule'nin ağırlığı olacak diye bekliyordum ama daha önce de yazdığım gibi sadece bir yerde "ışınlar" dan bahsediliyor, başka bir yerde de dünyanın en güzel kompozisyonuna sahip olabilecek bir resim var; "deniz kabuklarının içinde güller" ve ben bu resmi görmek isterdim, gerçekten görebilmek ve çizebilmek isterdim.
Hayatta takıntı derecesinde ilgilendiğim şeylerin başında yer alan deniz kabuklarını bu kadar güzel kullanan Stephen King'e ne desem boş, arasına güller serpmiş, konuşturmuş, bağırtmış, canlandırmış. Okurken hepsini teker teker görüp hissettim gerçekten muhteşemdi.
Hikayenin sonundaki bölümde iki cümleden oluşan tek bir paragraf var;
"Bitirdiğin zamanı anlamalısın, o zaman da kalemini veya fırçanı elinden bırak. Geriye sadece hayatın kendisi kalır."
Bence Stephen King bunu aynı zamanda "yazmak" için de düşünmüş, sonuçta hikaye bitiyor ve elimizde sadece hayatın kendisi kalıyor.
Ne kadar anlatmaya çalışsam da bu kitabı anlatamayacağım galiba, Stephen King'in şimdiye dek okuduğum en özgün ve en derin hikayesi diyebilirim. Okuyun dememe gerek yok sanırım.
B.Kumbay
Duma Key'de anlatılan hikaye Edgar Freemantle’ın hayatının neredeyse bitmesi, hayata tekrar dönmesi, hayatının tekrar bitmesi ve yeniden dirilmesinin hikayesi. İlk başta onu dirilten de, sonra onu neredeyse öldüren de aynı; kalem, fırça, tuval ve kağıt.
Küçük Elizabeth, Edgar ve hatta Dali'nin ortak noktası Büyük Pembe, Duma Adası, boya kalemleri ve resim kağıtları. Bebek Elizabeth bir kaza geçiriyor ve kaza sonucu belki de Dreamcatcher'daki Duddits gibi ışınlara açık hale geliyor (çünkü normal insanlar ışınları algılayamıyorlar bir şekilde bilinçlerinin ışınlara açılması gerekebilir). Kara Kule'nin Kızıl Kral'ını çizerek ve sonra silerek alt eden Patrick Danville gibi, karşısındaki düşmanı Kızıl Cüppeli Cadı'yı (belki de Kızıl Kral'ın karısı, dişisi, ikizlisi) gücünü kullanarak yok etmeye çalışıyor ama Kızıl Cadı'nın zayıf noktası bambaşka ve maalesef daha sonra masa su sızdıracak.
Zaman ilerliyor ve Edgar büyük bir kaza geçiriyor, bir kolunu kaybediyor ve başından yaralanıyor (bilinci ışınlara açılıyor), karısı tarafından terk ediliyor ve ölümü düşündüğü bir anda intihardan utandığı için Duma Adası'na kaçmaya karar veriyor, orada zaman geçirecek ve sonunda öldüğünde ailesi bunun doğal yollardan olduğuna karar verecek, o da büyük bir utançtan kurtulmuş olacak.
Edgar ölümü düşünerek zaten mahvolmuş hayatını sonlandırmayı planlarken resim yapmaya başlıyor, günbatımı ve deniz kabukları onun can simidi, yeni bir hayata başlaması için bir adım oluyor. Ama yaptığı resimler göründükleri kadar canlı, vardan yok yoktan var edebiliyorlar, iyileştirip öldürebiliyorlar.
Sonra Perse geliyor, Ilse gidiyor, Edgar, Wireman ve Jack'le birlikte su sızdıran masanın icabına bakmak için büyük bir savaş veriyor.
Çok karışık yazdığımın farkındayım fakat kafam çok karışık, kelimeleri mantıklı bir şekilde yan yana getiremiyorum. Bunun nedenlerinden biri hikayenin özgünlüğü bir diğeri de içerdiği hayal gücünün sarsıcı etkisi. Duma Key kesinlikle anlatılacak değil okunacak bir hikaye bu yüzden konusu ne diyenlere lütfen açıklamaya dahi kalkışmayın.
Kitapta Kara Kule'nin ağırlığı olacak diye bekliyordum ama daha önce de yazdığım gibi sadece bir yerde "ışınlar" dan bahsediliyor, başka bir yerde de dünyanın en güzel kompozisyonuna sahip olabilecek bir resim var; "deniz kabuklarının içinde güller" ve ben bu resmi görmek isterdim, gerçekten görebilmek ve çizebilmek isterdim.
Hayatta takıntı derecesinde ilgilendiğim şeylerin başında yer alan deniz kabuklarını bu kadar güzel kullanan Stephen King'e ne desem boş, arasına güller serpmiş, konuşturmuş, bağırtmış, canlandırmış. Okurken hepsini teker teker görüp hissettim gerçekten muhteşemdi.
Hikayenin sonundaki bölümde iki cümleden oluşan tek bir paragraf var;
"Bitirdiğin zamanı anlamalısın, o zaman da kalemini veya fırçanı elinden bırak. Geriye sadece hayatın kendisi kalır."
Bence Stephen King bunu aynı zamanda "yazmak" için de düşünmüş, sonuçta hikaye bitiyor ve elimizde sadece hayatın kendisi kalıyor.
Ne kadar anlatmaya çalışsam da bu kitabı anlatamayacağım galiba, Stephen King'in şimdiye dek okuduğum en özgün ve en derin hikayesi diyebilirim. Okuyun dememe gerek yok sanırım.
B.Kumbay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder