Hüseyin Rahmi
Gürpınar kimdir? Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) İstanbul halkının toplumsal, töresel
yaşantılarını, aile geçimsizliklerini, batıl inançlarını, yaşadığı çağdaki Türk
toplumunun geçirmekte olduğu krizleri hümuristik bir mizah dehasile anlatır.
Servet-i Fünuncuların yaşıtı olduğu halde, ayrı bir sanat görüşünü sürdürür.
Romanlarındaki kahramanların çoğu 19. yy sonu İstanbul’un canlı, renkli insan,
hayat manzaralarıdır. Eserlerinde Anadolu yoktur. Mizahı, güldürücü olduğu
kadar, gülünç yönlerimizin yansıtılması, hicvedilmesi için gerekli bir araçtır.
Hüseyin Rahmi, seçtiği tipleri seviyelerine uygun, ustaca konuşturur ve
olayları gülünçlü, acıklı yönleriyle belirtir. Kuvvetli bir gözlem gücü vardır.
Realist, natüralist bir görüşle "toplum için sanat" yapar.
Kaynak: wikipedia.org
Gulyabani'nin 1913 basımı orijinal kapağı.
Dikkat, bu yazı kitabı okumayanlar için yer yer
ispiyon içerebilir!
Bir yazarsınız, günlerden bir gün okuyucularınızdan
birinden bir mektup alıyorsunuz; bir nevi meydan okuma. Uzun mektup şu şekilde
bitiyor;
“Bilimsel,
aklı ve deneyi esas alan ve toplumsal konulardan kaçacaksınız. Konunuz cin,
peri gibi esrarengiz ve garip şeyler ya da bir Çarşamba karısı, bir dev, bir
gulyabani olacak… Olay o kadar merak verici bir ustalıkla kurgulanacak ki,
büyük bir istekle bekleyen biz kocakakarılar hikayenin sonunda acaba ne olacak
diye tandır başında titreşeceğiz. Bu merakla, zaten zayıf olan sinirlerimiz
büsbütün harap olacak. İşte sizden bunu bekliyoruz. Rica bizden, lütuf sizden.
Çok dualar. Övgülerle evladım. Okurlarınızdan bir hanımnine.”
Ne yaparsınız?
Hüseyin Rahmi Gürpınar aşağıdaki gibi cevap veriyor
ve oturup Gulyabani’yi yazıyor;
“Hanımnine,
affedersiniz, beni çok sıkıştırdınız. Ama buna da eyvallah… Peki, dediğiniz
gibi olsun…
Eseri
yazdığım sırada iyi saatte olsunlar rüyama girdiler. Bakalım okuduktan sonra
size neler olacak? Saygılarımla…
Hüseyin Rahmi.”
Çok da iyi yapıyor, ruhu şad olsun.
Mektup ve Hüseyin Rahmi’nin cevabı Gulyabani’nin
girişinde bulunuyor. Bu karşılıklı yazışma kurgu gibi görünse de gerçek olup
olmadığını bilmiyorum ama gerçek olduğunu düşünmek istiyorum, öyle bir dünyanın
var olduğunu düşünmek kendimi harika hissettiriyor yani düşünün ki Stephen King’e
bir hikaye ısmarlıyorum ve o da yazıyor, ütopik ve mükemmel bir dünya!
Gulyabani okuduğumu sandığım fakat ikinci kere
okumaya oturduğumda dehşet içinde aslında hiç okumamış olduğumu farkettiğim bir
kitap. Gulyabani’yi daha önce okumamış olmam hayatımdaki büyük bir hata, büyük
bir yanlış. Kitap tam anlamıyla ruhumu ele geçirdi, kitap ayracı baş ucumda
öksüz ve yetim olarak kaldı, kitabın sayfalarıyla buluşamadı. Hikayeyi okumaya
başladım ve yerimden kalkmadan okumayı bitirdim, okurken yer yer sesli güldüm,
yer yer hüzünlendim ve bolca heyecanlandım. Hüseyin Rahmi iyi saatte olsunları
rüyasında görmekte haklı, ben de gördüm, Hanımnine de görmüş ve tandır başında
titremiştir muhakkak.
Gulyabani’nin sıradan bir konusu olsa da – perili ev
ve masum hizmetçi kızın aşkı – o konu öyle bir işlenmiş; karakterler öyle bir
anlatılmış ki, tek mekanda geçmesine ve bir avuç karakterine rağmen hikayeyi
beğenmemek mümkün değil. Hüseyin Rahmi’nin o halk için sanat anlayışı ve kullandığı
sade fakat aynı zamanda zengin dili; espirili anlatımı, tam ayarındaki
tasvirleri ciddi anlamda başarılı. Kitabı okurken sıkılmak ne kelime kendinizi
kaybediyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki Yedi Çobanlar Çiftliği’ndesiniz, bir
yanınızda Şah bir yanınızda Şeytan iyi saatte olsunlara tütsü yakıyor, şerbet
hazırlıyorsunuz. Sonra gece bastırıyor, sular kararıyor ve davul zurna
eşliğinde dehşet ve saf korku tepenize biniveriyor.
Hikayenin baş kahramanı Muhsine; öksüz yetim kimi
kimsesi olmayan saf ve kendi halinde bir kızcağız. Anasının tanıdığı Ayşe Hanım
tarafından git git bitmeye ne idüğü belirsiz bir yerdeki (1913 yılının Ümraniye
Bulgurlu tarafları, şu an bile git git bitmez bir yer o zamanlar nasıldır
tahmin etmesi bile ürkütücü) Yedi Çobanlar Çiftliği’ne hizmetçi olarak
götürülüyor. Muhsine yolda öğreniyor ki bu konak hiç de tekin olmayan, inin
cinin mekan edindiği ve yöre halkınca ölesiye korkulan Gulyabani Ahu Baba’nın
sık sık uğradığı bir yer. Muhsine bu durumdan kurtulmak için elinden geleni
yapıyor fakat olmuyor; kendini konakta Çeşm-i Felek Kalfa, Ruşen Kadın, şirin
fino köpeği Şeytan ve kara kedi Şah ile hapsedilmiş bir halde buluveriyor.
Hizmetini gördüğü hanımefendi zır deli, inlere cinlere karışmış, gece olunca
odasından çıkması yasak, mavi giymemeli, saç örgüsünü geceleri muhakkak
bozmalı, tehlikede olduğunda ayak tırnaklarını birbirine sürtecek ve bastığı
yerlere muhakkak dikkat edecek çünkü Allah göstermesin iyi saatte olsunların
üstüne bastı mı çarpılıp kalacak. İlk gecesinde konakta davul zurna gürültü
kıyamet kopunca aklını kaybedecek gibi olan Muhsine zamanla duruma alışıp
merakına yenik düşüyor. Konakta girmemesi gereken odalara, açmaması gereken
kapılara merak salınca inlerin cinlerin dikkatini çekiyor hatta erkek cinlerden
aşk teklifleri birbiri ardına yağıyor. İşte tam da o sıralar önce cin sonra insan
suretinde gördüğü Hasan tek derdi oluyor; Hasan’a abayı yakınca kendi ve konak
halkının hayatını tehlikeye atacak yanlışlar serisine başlanmış oluyor. Bir
yanda yasaklar, bir yanda aşkı, diğer yanda vicdanı, zavallı Muhsine ne yapsın
ki?
“…Elinin körü…Yeme
beni…Yerim seni çörek otu, çömlek otu…Manda!...Küt…Pat…Geber yat…Aman etme
darılırım…Gıdıklama bayılırım…Dayanamam sarılırım…”
Hikayenin dilinden ve akıcılığından bahsetmiştim
fakat bahsetmekle olmaz, ne denli iyi olduğu muhakkak ki okumakla anlaşılır. Hüseyin
Rahmi ve Aziz Nesin benim için Türk edebiyatının önde gelen iki yazarıdır. İki
yazar da Türk’ü nasıl gördülerse o şekilde anlatmış, hurafeler ve yersiz
inanışlarla dalga geçmiş ve bu dalga geçişi yazıya o kadar güzel aktarmışlardır
ki günümüzde bile bakarsınız ve eserlerinin halen Türk halkını anlattığını
görürsünüz. Gulyabani bu açıdan cin (aman iyi saatte olsunlar) ve Gulyabani
inanışını her yönüyle ele alıyor ve hikayenin sonunda bu inanışı yerin dibine
sokuveriyor ama son ana kadar gerçek olmadığını bildiğiniz halde okurken yer
yer kanınız çekiliyor. Her şey zengin halanın parasını yemek için kurulmuş bir
düzen olsa da “yahu yoksa gerçek mi” diyorsunuz, o derece gerçekçi anlatılmış.
Hikayenin en büyük bombası Muhsine, tipik bir Türk kadını. Biz Muhsine gibi
Türk analarının torunlarıyız ve bu yüzdendir ki içimizdeki çocuğu ve hayata o “hadi
ordan” bakışını hiç kaybetmedik, ağlarken gülen gülerken ağlayan bir milletiz
kitaptaki hemen hemen her karakter gibi.
Gulyabani’nin başlangıcı, gelişmesi ve sonucu tam
kıvamında, hikayenin ne bir eksiği ne bir fazlası var bu yönden belki de
şimdiye dek okuduğum en mükemmel hikayedir. Kitapla ilgili araştırma yaparken “Ertem Eğilmez tarafından 1976 yılında
çekilen Süt Kardeşler sinema filminin konusu Hüseyin Rahmi'nin Gulyabani (1913)
isimli romanından uyarlanmıştır.” bilgisine rastladım. Filmi izlemiştim ama
hatırlamadığımdan üşenmedim oturdum
izledim ve dehşet içinde kalarak büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Süt
Kardeşler ile Gulyabani’nin tek benzerliği kitapta tasvir edilen Gulyabani’nin
filmde görünmesi. Misal çok bilmiş bir yönetmenim; Pennywise’ı alıyor ve bir
komedi filmine koyuyorum. İki sahne gösterdikten sonra da “Bu film Stephen King’in It kitabından uyarlanmıştır” diyorum, Süt Kardeşler de aynı bu
hesap. Bu durumda bu film nasıl bir uyarlamadır? Kitapların her zaman
uyarlamalardan önde olduğu tartışılmaz bir gerçektir fakat bu tür
uyarlamacıklara başka isim bulsunlar; mesela Gulyabani’nin ucundan
uyarlanmıştır ya da Gulyabani’den esinlenmiştir ya da Gulyabani’den
uyarladığımızı zannediyoruz desinler, yeter artık beni delirtmesinler. Süt
Kardeşler kendi başına iyi bir film olabilir ama Gulyabani ile uzaktan yakından
alakası yoktur ve Gulyabani gibi muhteşem bir hikaye halen nasıl
uyarlanmamıştır cidden hayret edilesi, bağıra bağıra ağlanası ve başları
taşlara vurulası bir durum. Ola ki Süt Kardeşler’i “aaa Gulyabani’nin
uyarlamasıymış” diye izleyeceğiniz tutar, böyle bir yanlış yapmayın, kendinize
yazık edersiniz.
Kıssadan Hisse; ben Gulyabani’ye bayıldım. Muhsine
ve Hasan’ın aşklarına bir başka bayıldım. Hüseyin Rahmi Gürpınar usta, mekanın
cennet olsun.
Burcu Kumbay – 03.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder