Gözler kalbin aynasıdır demiş
atalarımız. Bu söz evrenseldir aslına bakarsanız, orijinali “eyes are the
windows of the soul”dur, Türkçe meali “Gözler ruhun aynasıdır”. Peki ya gözler
bundan çok daha fazlasıysa?
I, Origins günümüzde geçen,
sıradan karakterlerin sıradan bir dünyada yaşadığı, sıradan sorunlarla
boğuştuğu bir senaryo üzerine kurulu gibi görünse de kökleri oldukça derinlere
giden bir çınar misali yerlere göklere sığamayan bir bilimkurgu-dram filmi. Senaryonun
sağlam bir yapısı var ve işin ilginç yanı bunu filmin neredeyse ikinci yarısına
kadar farkedemiyorsunuz, aşk filmi mi izlemeye geldim ben demeniz işten değil.
Filmi izlemeyi düşünenler, şu
andan itibaren bu sayfayı terk etmenizi tavsiye edeceğim çünkü ispiyon
vermeyeyim diye kendimi kasıp düşüncelerimi eksik yansıtmak istemiyorum.
Filmi izlemeyi düşünenlere son
bir not: fragmanı izlemeyin. İspiyon derecesi bu denli yüksek başka fragman zor
bulunur.
I, Origins gözler ile başlıyor, gözleri anlatan hayatını onları incelemeye adamış olan Dr. Ian Gray (Michael Pitt). Ian evrim teorisinin kanun haline gelmesinin önündeki en büyük engel olan gözün gelişimi konusunda çalışıyor. Gittiği her yerde insanların gözlerinin fotoğraflarını çeken Ian bir Cadılar Bayramı gecesi gizemli bir kızla tanışıyor. Kızın gözlerinin fotoğrafını çeken Ian o gece kızın kim olduğunu öğrenemiyor ama bir yanı hep o gözlere saplantılı kalacak.
Bir gün
marketten alışveriş yapan Ian 11,11 dolar öder, saatler 11:11’i göstermektedir,
köprüden geçen metro güneş ışıklarını Ian’ın önünde duran binanın cephesie II
II II II şeklinde yansıtmaktadır ki Ian’ın önünde bir otobüs durur. Otobüse
binen Ian bilmediği bir yerde iner ve karşısında saplandığı gözleri billboard
üzerindeyken bulur.
Hikayenin burdan sonraki kısmı bildik aslında; Ian
gözlerin sahibini buluyor, ismi Sofie (Astrid
Bergès-Frisbey) olan gözlerin sahibi çocuksu, çılgın ve saf
bir kız. Aşık oluyorlar, evlenmeye karar veriyorlar.
Ian ve Sofi
evlendirme dairesine giderek hemen evlenmek istediklerini söylerler, yasaya
göre başvuru sonrası 24 saat beklemeleri gerekmektedir. Eve dönüş yolunda
Ian’ın laboratuar partneri Karen (Brit Marling – Another Earth) arar ve yıllardır üzerinde
çalıştıkları çözümü bulduğunu söyler. Ian ve Sofi laboratuara giderler, Ian
ufak bir kaza geçirir, geç saatte eve giderler, asansör bozulur ve…
Karşımızda 7 yıl sonrası, Ian ve Karen evlenmişler
bebek bekliyorlar. Ian Karen’ın yardımıyla çalışmasını tamamlamış, kitabını
çıkarmış. Derken oğulları doğuyor. Yeni doğan bebeğin göz taraması yapılıyor ve
veri bankasında yetişkin bir zenci ile eşleşiyor. Yazılımsal bir problem olduğu
söyleniyor ve üzerinden zaman geçiyor, bebek büyüyor. Bir gün bebeğin doğduğu
hastanede çalışan bir doktor arayarak bebeğin tahlillerinde otizm belirtilerine
rastladıklarını, acilen hastaneye gelmeleri gerektiğini söylüyor. Gidiyorlar,
bebeğe yan yana iki aynı temalı ama farklı resim gösteriliyor. Farklı iki bina,
farklı cins köpekler, farklı iki kadın ve bebek ağlamaya başlıyor, ailesi de
testi yarıda keserek hastaneyi terk ediyor. Ian bebeğin gözlerinin eşleştiği
adamı araştırmak için şehir dışına çıkıyor. Adamın 10 ay önce öldüğü ve bebeğe
gösterilen resimlerin adamın evine, ailesine ve köpeğine ait olduğu ortaya çıkıyor.
Ruhani yanı olmayan Ian kafası karışmış vaziyette evinin yolunu tutuyor.
İşin peşini
bırakmayan Ian ve Karen’ın araştırması arkadaşları Kenny (Steven Yeun)’nin de yardımıyla global bir göz tarama programı ile çıkmaz sokağa
girer. Günlük hayatta güvenlik adına yapılan her tarama veri bankasında
saklanarak özel bir kuruluşa satılmaktadır. Ian ve Karen ailelerinin ölmüş
bireylerini sistemde sorgular, sonuçlar olumsuzdur. Derken Karen Sofi’nin
gözlerinin sorgulanması fikrini ortaya atar, göz taraması sisteme girilir ve
Hindistan’da 7 yaşındaki Salomina’nın gözleri ile eşleşme olur.
Ian Hindistan’a gidiyor, Salomina’yı arıyor arıyor.
Her yolu deniyor hatta billboarda reklam bile veriyor ama Salomina öksüz ve
yetim, yerini bilen yok. Tam ümidini kaybetmişken karşılaşıyorlar. Ian Salomina’ya
oğluna yapılan testin benzerini yapıyor; Sofi’nin eşyalarını, sevdiklerini
hatta fotoğrafını gösteriyor. Sonuç vasatın altında, %44 eşleşme ile test
başarısızlıkla sonuçlanıyor. Ian geçmişini tanmamen ardında bırakarak eşi ve
çocuğunun yanına dönüyor.
Film biter, yazılar akar ve eğer o son saniyeleri
beklemeden kalktıysanız ekranın karşısından çok şey kaybettiniz.
Bebek Gray’e test yapan doktoru hatırlarsınız,
ekranda işte o doktor belirir ve taramanın yapılması için doğru zamanın gelmiş
olduğunu söyler.
Ekrandan
sistemde taranan gözler ve gözlerin sahipleri akmaya başlar; Einstein, JF
Kennedy, Nikola Tesla, Elvis Presley, Saddam Hüseyin… Sonuçlara bakarsınız,
kiminin gözü eşleştirilmiştir, kimi sistemde bulunamamıştır. Gözünüz sizin için
önemli olan insanların sonuçlarına takılır kalır, mesela Adolf Hitler. Tarama
sonuçları akmaya devam ederken ekran kararır.
Biraz daha zorlasam senaryoyu tamamen yazacaktım
heralde, ne oldu bilmiyorum ama kendimi durduramadım.
Filmin senaristi ve yönetmeni Mike Cahill,
kendisini Another Earth’den hatırlarsınız, hatırlamadıysanız sizin kaybınız.
I, Origins’deki oyunculuk gayet dengeli, ne eksiği
ne fazlası var. Michael Pitt beğendiğim oyunculardandır, her rolün adamı olan
iyi oyunculardan. Brit Marling ile iyi bir ikili olmuşlar. Astrid
Bergès-Frisbey ise biraz zorlama olmasına rağmen karakterinin
oyunculuğunu sergiliyor.
Müzikler Will Bates ve Phill Mossman’ın, filme
gayet yakışan yumuşak ve duygusal bir soundtrack. The DØ ve Dust It Off filme çok yakışmış,
gayet dengeli ve hoş bir albüm olmuş.
Efektler…yok, efektsiz bir bilimkurgu, sadece
senaryo ile sizi düşüncelerin derin okyanusuna daldıran bir bilimkurgu.
Gözler kalbin aynasıdır demiş
atalarımız. Bu söz evrenseldir aslına bakarsanız, orijinali “eyes are the
windows of the soul”dur, Türkçe meali “Gözler ruhun aynasıdır”. Peki ya gözler
bundan çok daha fazlasıysa?
B.Kumbay/31.01.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder