3 Haziran 2012 Pazar

Prometheus


Henüz 3-4 yaşlarındaymışım; korku filmi görünce tv’nin başına yerleşirmişim ve kimse beni yerimden oynatamazmış. Bir gece dev örümceklerin dünyayı istila ettiği bir filmi izlerken annem dayanamamış, sigortaları attırmış da öyle yatırabilmiş beni. İşte böyle korku filmleri ve Stephen King hikayeleri ile büyüdüğümden karanlık dahil hiçbir şeyden kolay kolay korkmam. Hele bir filmden korkmak lükstür benim için; arayıp da bulamadığım bir nimettir. Buna rağmen hayatımda korktuğum birkaç film vardır ki Alien serisi de bunların en birincisidir. İlk filmi izlerken yaşımın da etkisiyle (Alien ile aynı yaştayız) ellerim yüzümde parmaklarımın arasından izlemeye çalıştığım ama her seferinde yarım yamalak izleyebildiğim bir filmdir kendisi. Arkadaşlarım da hemfikirdirler; benim jenerasyonum bir Alien’dan korkar bir Ziyaretçiler’den bir de Clementine’den.

Hayatıma bu kadar etki etmiş bir filmin prequel’inin çekileceğini duyduğumdan beri deli gibi beklediğim Prometheus’a iki eski iki yeni Alien’cı gittik; korkmak gibi bir beklentimiz yoktu –başlangıçlar yavaş ve doyurucu olur genelde- ama merak içerisindeydik. Salondan çıktığımızda hepimiz filmi beğenmiştik fakat çok da tatmin olduğumuzu söyleyemeyeceğim, özellikle eski Alien’cılar olarak “ilk filmde düşen gemiye mi girmişlerdi yoksa gemi uzayda mıydı” tartışmasının yanında tabii ki akıllarda yaratıcıların kim olduğu soruları dolanıp durmaktaydı. Yine de yıllarca izlediğimiz bir serinin başlangıcını izlemenin hazzıyla mutlu mesut bir şekilde evlerimize dağıldık.

Proetheus’dan detaylı şekilde bahsedeceğim fakat daha öncesinde diğer Alien filmleri hakkında bilgi vermeden olmaz; her şey yeni Alien’cılar için. 


- 1979 yapımı Alien’ın yönetmeni yine Prometheus’un yönetmeni olan Ridley Scott, başkahraman efsane Ripley Sigourney Weaver tarafından canlandırılıyor.
- 1986 yapımı Aliens’ın başkahramanı ve oyuncusu değişmezken yönetmen koltuğunda James Cameron var.
- 1992 yapımı üçüncü film Alien³ bu kez David Fincher tarafından yönetiliyor, Ripley’de değişiklik yok.
- 1997 yapımı dördüncü ve serinin en zayıf halkası olan Alien Resurrection Jean-Pierre Jeunet yönetmenliği ile karşımızda; başrolde yine Ripley ve Weaver var tabii kendisine ne derece Ripley diyebilirsek.



Dörtlemenin başlangıç filmi olan Prometheus’un yönetmen koltuğunda ilk filmin de yönetmeni olan Ridley Scott var. Scott uzun bir aradan sonra babası olduğu projeye yeniden dönerek bilimkurgunun güzel örneklerinden birine imzasını atmış oluyor. Filmin başrollerinde Michael Fassbender, Noomi Rapace, Guy Pearce, Charlize Theron, Logan Marshall-Green ve Patrick Wilson gibi iyi isimler var. Prometheus’un konusu insanın yaradılış gerçeğini arayan iki bilim adamı ve ölümü alt etmek için uğraş veren büyük bir şirket sahibi arasında geçen ve uzayda 2 yılı aşkın bir süre sonunda nihayete eren bilimsel yolculuk üzerine kurulu. Elizabeth Shaw ve meslektaş sevgilisi David zengin ve ölmekte olan iş adamı Peter Weyland’i birçok kazıda karşılaştıkları yıldız haritasının insanoğlunu yaratan Mühendisler’in evi olduğu konusunda ikna ederler. Bunun üzerine bu uzak gezegene bir bilimsel keşif gezisi düzenlenir; amaç Mühendisler’le temasa geçebilmek ve insanın yaradılışına açıklık getirebilmektir. Gezi boyunca insanlardan sorumlu olan android David tarih boyunca bilinen tüm antik dilleri öğrenmekte ve kendini bu büyük buluşmaya hazırlamaktadır. Nihayet varış noktasında uyandıklarında gezegene inmek ve yaradılış hikayesinin başlangıcını öğrenmek için ilk adımı attıklarında aslında insanlığın yok oluşunu tetikleyebileceklerinin farkında değillerdir.

Prometheus yönetmenlik, oyunculuk, kurgu ve efekt yönünden çok kuvvetli bir film olmasına rağmen senaryonun tatmin edici olduğunu söyleyemeyeceğim zira finalde ortaya çıkan her şeyi başta tahmin ettim; senaryonun bu denli zayıf olmasında tüm suçunu Lost’un senaristi Damon Lindelof’a yükleyerek devam ediyorum. 



Prometheus Alien hikayesinin başlangıcı ve seriden ayrı bir film olmasına rağmen Alien ruhunu yakalayabilmiş bir film. Ayrıntılar konusunda oldukça titiz çalışan Scott oyunculardan büyük destek almış bu inkar edilemez. Android David rolündeki Michael Fassbender ile Elizabeth Shaw karakterini canlandıran Noomi Rapace filmin ağır topları. Fassbender içten pazarlıklı android’i harika şekilde yansıtırken Alien serisi geleneklerine göre filmin başkahramanı Ripley’in anısına en az onun kadar güçlü ve kararlı bir kadın olan bilim insanı Shaw rolünde Noomi Rapace oldukça inandırıcı bir oyunculuk sergiliyor. Seride görmeye alıştığımız üzere teker teker katlolan diğer oyuncular da gayet iyi, efektler zaten mükemmel, Marc Streitenfeld’in karanlık müzikleri de atmosfere oldukça uyumlu bu durumda senaryonun zayıflığını görmezden gelip filmden zevk alabiliyoruz. Bazı sahneler alabildiğince heyecanlı, örneğin sezeryan sahnesinde kendini kaybetmeyen yoktur sanırım. Ayrıca uzun zamandır sinemada bir filme kendini bu derece kaptıran bir seyirci topluluğu görmediğimi de itiraf etmeliyim öyle ki çok uygunsuz bir yerde kesilen ilk yarıya sesli tepkimizi gösterecek kadar heyecanlandık, tek yürek olduk. Film boyunca işlenen yaradılış – evrim teorilerinin çarpışması da hikayeye ayrı bir canlılık katıyor. Mühendisler’in keşfinden sonra iki meslektaş-sevgili arasında geçen ”-hala o boynuna taktığına inanıyor musun? – Peki bizi Yaradanları kim yarattı o zaman? Diyaloğu var ki, tek ve gerçek olan bu sorunun cevabını belki de asla bulamayacağımızın kanlı canlı örneği; insanın içi bir hoş oluyor.

Ne var ki, bana göre 3D felaketine kurban giden filmlerden biri oluyor Prometheus, zaten neredeyse tamamı karanlık bir atmosferde geçen film o saçma gözlükleri takınca daha da kararıyor; David’in uzay gemisindeki hologramlı sahneleri gibi birkaç sahne haricinde 3D fark edilmiyor bile. Bu durumda simsiyah bir ekrandaki önemli ayrıntıları seçmeye çalışırken baş ağrısıyla cebelleşmek durumunda kalan bendeniz 3D’nin yaratıcılarından çok her filme uygulayıcılarına rahmet okuyarak geçiriyorum zamanımı ve de filmin içine girmek varken bu durum çekilir dert değil, tam bir işkence.

Filmin adını aldığı Prometheus’un kim olduğu da önemli bence, kısaca bahsetmek gerekirse;

Prometheus Titanların isyanı sırasında tarafsızlığını korumuş ve başkaldırmamış bir Titan oğlu olarak Zeus'un gözüne girmeyi başarmıştı. Zeus onu Olympos'daki ölümsüzlerin arasına aldı. Oysa o Zeus ve arkadaşlarına karşı kin besliyordu. Dedelerinin öcünü almak için, kendi gözyaşıyla yoğurduğu balçıktan ilk insanı yarattı. Sonra onun acizliğine acıyarak, Hephahistos (Ateş Tanrısı) ’un alevler saçan ocağından bir kıvılcım çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun için Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağında zincire vuruldu, Tanrılarca görevlendirilen bir kartal sürekli olarak, her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirmekteydi. Onu Kafkas dağının tepesindeki bu işkenceden Zeus'un oğlu yarı tanrı, ölümlü Herakles kurtardı. Prometheus; "Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur" der, böylelikle insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur.

Ridley Scott film hakkında: 'Bu bir yaratılış hikayesi. Tanrılar ve karşısına dikilen adamlarla ilgili' diyerek Prometheus efsanesi ile filmin arasındaki bağlantıyı açıklamış oluyor. 



Prometheus’un özüne baktığımızda hem seri hem de yaradılış felsefesi ile ilgili derin anlamlar içerdiğini görüyoruz bu bakımdan Alien serisini izlememiş olsanız dahi Prometheus sonrası oturup bir çırpıda izlemenizi tavsiye ediyorum. Tek bir soru üzerine kurulu olan hikayede cevap da gizli bana göre. İhanetleri ile ünlü androidler’in ilk örneklerinden biri olan David’in film boyunca aldığı emirler doğrultusunda yansıttığı insani kötülük, henüz bildiğimiz Xenomorphlar’a evrilmemiş zavallı ahtapotumsu bebek yaratıklara bin basıyor. Aslında işte tam bu noktada uğruna milyonlarca kilometre seyahat edilmiş olan sorunun cevabını da almış oluyoruz;

Mühendisler insanoğlunu yok etmek istedi çünkü insanoğlunun en kötüden de kötü olabileceğini farketmişlerdi.

B.Kumbay / 03.06.2012




Hiç yorum yok:

Apple Airtag ile Kedi Takibi

  Özellikle yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrası, dostlarımızın ve çocuklarımızın kaybolma riskini ortadan kaldırmak bir ihtiyaçtan öte gerek...