2 Temmuz 2011 Cumartesi

Super 8

Aşağıdaki yazı film hakkında ciddi ispiyon içermektedir.


Super 8'e iki türlü yorumum olacak; biri iyi biri kötü en iyisi iyiden başlayayım.


Filmin son 5 dakikası, manyetik özelliği olan her şeyin havada uçtuğu ve bombaların patladığı sahneler gerçekten iyi, efektlere söylenecek tek kelime dahi yok. Özellikle o gökyüzü sahnesi çok güzeldi. Filmdeki oyunculuk da iyi, çocuk oyuncular son yıllarda göz dolduruyor zaten geleceğin oyuncuları hepsi.


İyi bu kadardı evet, devam edelim.


Spielberg kelimesini duyunca sazan moduna geçen bendeniz böyle bir filmi sinemada izlemeyi hak ettim, cezama razıyım. J.J. Abrams'ı sevmiyorum, projelerini beğenmiyorum (Alias ve Fringe dışında diyeyim). Adamın gizem ve duygusallık yönü ağır basan bir tarzı var. Tarzı sevenler çok ama bu iki tarz feci görünüşlü bir uzaylının insanları çıtır çerez gibi tükettiği bir filme ciddi anlamda yakışmamış.


Abrams hikayeyi bir grup çocuk üzerine kurmuş, aslında temel sağlam; 1979 yılında ellerindeki sınırlı imkanlarla zombi filmi çekmeye çalışan bir grup çocuk. Biz Stephen King'ciler arkadaşlık üzerine hikayelere alışığızdır ve severiz de ama filmdeki çocukların derin arkadaşlık bağları beyaz perdeye gereği kadar yansıtılmamış ya da yansıtılmak istenmemiş. Onun yerine henüz ergen bile olmayan bu kahramanlardan birinin aşk uğruna uzaylı bir örümceğin yer altındaki eşyalar ve tanvandan sarkan insanlarla süslü (size de IT'i hatırlattı mı, evet mi? Bence de evet) mağarasına dalıp kız arkadaşını kurtarmasını; insan yiyen bir yaratığa duygu dolu gözlerle bakıp derdini anlatmasını izliyoruz. "Bilimkurgu bu kardeşim mantık mı aranıyorsun" diyenleriniz de olacak ama madem bilimkurgu o zaman dram yönü ağır basmasın. Gerçeklik ve gerçekdışılık filmde öyle bir savaş halinde ki bir ara 2 dakika boyunca kendi babası yerine Joe'nun annesi öldü diye hüngür hüngür ağlayan Alice'e mi yoksa yıllar boyu işkenceye maruz kalmış ve tek derdi evine gitmek olan uzaylı yaratığa mı üzülsem bilemedim.


Filmin ilk yarısında karakterlerin fazlaca tanıtılmış olması ayrı bir mesele. 112 dakikalık bir bilimkurgu filmi izliyoruz ama ilk yarıda bir adet tren kazası, kayıp köpekler, gidip gelen elektrikler dışında hiç olay olmuyor. Tam "doğaüstü bir durum yok" olgusuna alışıyoruz ki ordu insanları kaçırmak için yangın çıkarıyor, yaratık ormandan çıkıyor, bizim Super 8 fen hocalarının sakladığı bilimsel verileri (sessiz video ve onu destekleyen ses kayıtları ile bilimsel notlar) buluyor, şööyle bir bakıp olayı şıp diye çözüyorlar (adamlar yıllarca uğraşmış ama olsun), bombalar patlamaya başlıyor ve Joe Alice'i kurtarmak için 50 m'lik karanlık bir çukura dalıyor. Yaratığı bir avuç maytap ve duygu dolu gözlerle dize getiriyorlar, o sırada karısının ölümü için Alice'in babasını suçlayan şerif babayla bir oluyor, çocuklarını kurtarmak için atlıyorlar arabaya ve koskoca bir orduyu ve yüzlerce bombayı geçip evlatlarına kavuşuyorlar. Bu sırada da bilemediğimiz bir şeyin tetiklediği bir güç manyetik olan ne var ne yoksa her şeyi su kulesine yapıştırıyor, küpler birleşerek uzay gemisini oluşturuyor ve masum uzaylı yuvasına doğru uçuyor. Bu sahneyi de babalar çocuklarına sarılmış vaziyette izliyor, bizim de gözlerimizde yaşlar (!).


Yani? Evet izlenmesi gereken kaliteli bir yapım, iyi bir uzaylı filmi, her canlının yaşam hakkı olduğunu, insanın ne ekerse onu biçeceğini, çocukların temiz kalpleriyle her zorluğun üstesinden gelebileceğini anlatıyor bizlere. Peki siz bunları anlamak için mi sinemaya gittiniz işte bütün mesele bu.


İtiraf ediyorum, kalpsiz ve duygu bakımından kıt bir insan olarak, içinde Spielberg olan bir bilimkurguya bol efekt, bol aksiyon ve heyecan için gittim. Film asla ve asla beklediğim gibi değildi, güzel bir film ama sinemada izlemeye değmezdi. Üstelik bir de dublajlısına gitmişseniz hiç çekilmiyor.


Kıssadan hisse; karşımızda modern bir E.T. duruyor, olayların 1979 yılında geçtiği modern bir E.T. Film 1979 yılında gösterime girse eminim kıyametleri koparırdı ama 2011'de neresinden tutsam elimde kalıyor. Benim gibi popüler film seven basit bir sinema izleyicisini asla tatmin etmeyen bir yapım. Genelde animasyon soundtrack.i yapan Michael Giacchino da kendinden beklenen bir ost yapmış ve de filmin yapısına uygun ama tek başına beğenmediğim bir ost oldu.




Bir sitede filmi yorumlayanlardan biri aynen şunu demiş;


Bugün filmi izledim Şunu söyleyeceğim sadece ==>Yaw bu Abrams aşmış yaw ,adam bitirmiş,adam coşmuş.Bunların hepsinide filme koymuş.Helal olsun walla adamlara.İyi seyirler...


Bir başkası ise aynen şöyle demiş;


hikaye kötü, oyunculuklar vasat, ses efekti dışında efekt namına bir şey yok.. bu mudur bilimkurgu.. bundan kelli değil şipilberg bütün bergler gelse yemem


Yani neymiş, insanoğlu doyumsuzmuş; zevkler ve renkler tartışılır ama birbirine benzemezmiş. Abrams Lost izleyicisini, Spielberg kendi izleyicisini salonlara çekti bunu da gizemli fragman ve kendi isimleriyle yaptılar. Bir nevi "gitmeyenin dövüldüğü Titanic" olgusunu yaşadık. Kendi adıma keşke evimde rahat rahat izleseydim belki daha çok beğenebilirdim filmi ama bu haliyle Super 8 bir daha izlemeyeceğim filmler arasında yerini alıyor.


Bu arada; ota moka atom bombası fırlatmayı kendine görev bilen Amerika kasabanın üstüne niye bomba yağdırmadı ve yaratığın o trende ne işi vardı bilen beri gelsin.


Edit: Filmin en beğendiğim sahnesi Joe'nun annesinin kolyesini boşluğa bıraktığı sahnedir.


B.Kumbay / 02.07.11


Apple Airtag ile Kedi Takibi

  Özellikle yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrası, dostlarımızın ve çocuklarımızın kaybolma riskini ortadan kaldırmak bir ihtiyaçtan öte gerek...