21 Şubat 2009 Cumartesi

Eleventh Hour



Saatler bilinmezliğin, 12’sinden bir saat öncesini; 11′i gösterirken Dr. Jacob Hood kimsenin anlam veremediği bir olayı daha çözüyor. İşte dizimiz: “Eleventh Hour” karşınızda! Yapımcısı Jerry Bruckheimer (CSI, Without a Trace, Cold Case,) olan “Eleventh Hour”, aslında bir İngiliz yapımı ve başrolde Patrick Stewart’ın olduğu dizinin yeniden çevrimi. Büyük bir bütçeyle çekilen yeni versiyon, kalitesiyle kendini belli eden son yılların en iyi bilimkurgu maceralarından biri.




“Eleventh Hour”, kalabalık bir kadrosu olmayan ama karakterlerin zengin yapısıyla bu kusuru telafi eden bir dizi. Ana karakter, Dr. Jacob Hood, dahi sıfatını tam olarak hak eden bir bilim adamı. Sosyal yanı da bir hayli güçlü olan Hood, FBI’a bilinmeyen dosyaları çözmekte yardım ederek danışmanlık yapıyor. Karısını kanser yüzünden kaybeden Hood, acısıyla başa çıkabilmek için kendini bilime adamış ve insanlara değer veren, empati yani kuvvetli, esprili bir dahi. Dr. Hood, FBI için o kadar önemli ki; özel ajan Rachel Young tarafından nereye gitse takip ediliyor. Rachel Young; genç, güzel, başarılı ve akıllı bir FBI ajanı. Dr. Hood’u korumasının yanında bazı davalarda ona ilham periliği yaparak bilinmezlerin gün yüzüne çıkmasına yardımcı oluyor. Hood ve Young, çok iyi anlaşan iki ortak. Aralarındaki esprili ve hafif duygusal ilişki de diziye renk katıyor.




“Eleventh Hour”da karşımıza çıkan bilinmez olaylar; X-Files’da gördüklerimizin aksine makul ve mantıklı nedenlere dayanan ama nadir görülen, bilim ile açıklanabilecek türden. Esrarengiz bir kaynaktan su içen ve iyileşen kanserli çocuk, yaz sıcağında sahilde buzdan heykel halinde bulunan donmuş kız, dahiye dönüşen otistik çocuklar, içenlere cinayet işletebilen su bu olaylardan sadece bir kaçı. Senaryo, bilime dayalı olduğundan teknik terimler içerebiliyor. Ama Hood olayları, Young’a ‘dilimizde’ açıklarken her şeyi gayet net bir şekilde anlayabiliyoruz. Bu yönüyle insana çok ilginç bilgiler veren, bilimkurgunun sınırlarında gezinen “Eleventh Hour”; özellikle, genetik ve tıp alanında güncel bilgiler de içeriyor.




“Eleventh Hour”un oyuncularına gelirsek; Dr. Jacob Hood rolünde sinemaseverlerin oldukça yakından tanıdığı usta bir oyuncu var; Rufus Sewell (The Illusionist, Dark City, A Knight’s Tale). Filmlerde genelde kötü adam olarak izlediğimiz Sewell, “Eleventh Hour”da bu tiplemeye tamamen zıt bir karakterde karşımıza çıkıyor. Usta İngiliz aktör rolünün hakkını sonuna kadar vererek harika bir oyunculuk sergiliyor. Özel Ajan Rachel Young rolündeki Marley Shelton (Pleasantville, Planet Terror - Grindhouse, W.) da sinemanın tanıdık yüzlerinden. Kararlı, inatçı, sert ve duygusal Rachel Young’ın hakkını veren Shelton, Sewell ile çok iyi uyum sağlıyor.


Dizi izlerken; kaliteli bir yapım, çok iyi bir oyunculuk, akıllı bir senaryo, biraz bilim, biraz da heyecan arıyorsanız “Eleventh Hour”u severek izleyeceğiniz yapımlardan biri olacaktır. Özellikle, Rufus Sewell hayranlarının kaçırmaması gereken bir yapım.


Yayıncı Kanal: CBS
Tür: Bilim-Kurgu, Macera, Suç ve Polisiye
Süre: 60 dk.
Kadro:
Rufus Sewell - Dr. Jacob Hood
Marley Shelton - Ajan Rachel Young
http://www.dizidizi.net/eleventh-hour/ 22 Şub 2009-08:47 | Llamrei (B.Kumbay)

15 Şubat 2009 Pazar

Lie To Me



“Lie to Me“, “The Truth is written all over our faces.” (Gerçek, yüzümüzün her yerinde yazılıdır.) sloganıyla dizi dünyasına hızlı ve renkli bir giriş yapan Fox’un henüz birkaç bölüm oynamış yepyeni dizisi. Yapımcısı Samuel Baum olan dizinin adı aslında konusunun yalanlara ve yalancılara karşı ne kadar iddialı olduğunun kanıtı: “Bana Yalan Söyle; kim olursan ol, yalan söylediğini anlarım!”




The Lightman Group, ülkenin en iyi yalan uzmanı olan Dr. Cal Lightman tarafından kurulmuş özel bir kuruluş. Kuruluşun müşterileri arasında FBI, ordu, devlet, büyük holdingler, okullar kısacası ortada büyük bir yalan olduğundan şüphelenilen her kurum var. The Lightman Group yalan söylediğinden şüphelenilen kişilerin yüzünü, vücut dilini hatta sesini analiz ederek yalan makinasının bile yetersiz kaldığı davaları çözüyor ve yalanların ardındaki saklı gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor.


Dr. Cal Lightman, 20 senesini insan yüzü ve bedenini araştırmakla geçirmiş bir yalan uzmanı. Dahi bilim adamı Lightman sadece iş hayatında değil normal yaşamında da kim yalan söylerse söylesin bunu vücut dilinden – bu azılı bir katilin omuz silkmesi veya kızının onunla telefonda konuşma şekli olabilir - hemen anlıyor. Lightman aynı zamanda esprili ve dobra biri, olayları çözerken bir hayli de eğleniyor.




Dr. Cal Lightman’ın ekibi 3 kişiden oluşuyor; Dr. Gillian Foster (Kelli Williams) Lightman’ın yetenekli ve güzel psikolog ortağı aynı zamanda dert ortağı. Yalanları deşifre etme konusunda en az Dr. Lightman kadar yetenekli olan Dr. Foster şirketin müşteri ilişkilerinden sorumlu. Evli olan Foster yemeye içmeye ve bu konuda Lightman’dan iğneli sözler duymaya da meraklı. Ekibin bir diğer üyesi Will Loker (Brendan Hines), The Lightman Group’un baş araştırmacısı. Loker’ın en büyük özelliği kendini yalan söylememeye adamış olması. Bazı durumlarda patavatsızlık seviyesine ulaşsa da bu huyundan vaz geçecek gibi görünmüyor. Ekibin en yeni üyesi Ria Torres (Monica Raymund), doğuştan yetenekli bir yalan detektörü. İnsan yüzü ve beden dili üzerine hiç eğitim almamış olmasına rağmen yalanları kaçırmayan Torres bunu birçok erkekle çıkmış olmasına bağlıyor. Bu durum 20 yılını bu uğurda harcamış olan Dr. Lightman’ın kendisini birçok kez denemesine ve üzerine fazla yüklenmesine neden oluyor.




“Lie to Me”, konusu kadar oyuncuları ile de ilgi çeken bir yapım. Dr. Cal Lightman rolünde izlediğimiz Tim Roth (Reservoir Dogs, Pulp Fiction, The Incredible Hulk) sinemanın en iyi karakter oyuncularından biri. Dizide sinemadaki ustalığını konuşturan Roth karakterinin dahi, iğneleyici ve esprili özelliklerini çok iyi canlandırıyor. Dr. Gillian Foster’ı canlandıran Kelli Williams’ı The Practice’in başarılı ve hırslı avukatı olarak biliyoruz. Williams bu sefer bir o kadar başarılı fakat sevecen, güler yüzlü ve yumuşak bir karakterde karşımıza çıkıyor. Ekibin genç üyeleri Brendan Hines’ı canlandıran Eli Loker (Terminator: The Sarah Connor Chronicles, The Middleman) ve Ria Torres’i canlandıran Monica Raymund (Law & Order: SVU) da ilginç karakterleri ile diziye renk katıyolar. “Lie to Me”nin kalitesi sadece oyuncularından kaynaklanmıyor; her bölümde izleyiciye detaylı olarak açıklanan yüz ve beden hareketleri, bu hareketleri yapanlarla karşılaştırılan ünlüler senaryonun orjinaliklerinden. Örneğin tecavüze uğradığı iddiasında bulunan bir kadının dudaklarını bükmesi kendi söylediklerinin tek kelimesine bile inanmadığı şeklinde yorumlanıyor. Hemen bu sahneden sonra Bill Clinton’ı aynı mimiği yaparken görüyoruz.


“Lie to Me” gerek konusu, gerek usta oyuncuları, gerek kurgusuyla son yıllardaki iyi polisiye – drama dizilerinden biri. Henüz 3 bölüm yayımlanmış olsa da geleceği parlak görünen dizi size her bölümde yalanın evrensel dilinden bir kelime daha öğretiyor. Bu açıdan bakıldığında diziyi izledikten sonra insanların yüz ve beden hareketlerine daha dikkatli bakacağınızı ve kendi hareketlerinize daha çok dikkat edeceğinizi söyleyebiliriz.


Yayıncı Kanal: FOX
Tür: Drama,
Süre: 60 dk.
Kadro:
Tim Roth - Dr. Cal Lightman
Kelli Williams - Dr. Gillian Foster
Brendan Hines - Eli Loker
Monica Raymund - Ria Torres
Tim Guinee - Alec Foster

Amerika: http://epguides.com/lietome/
Resmi Sitesi: http://www.fox.com/lietome/
http://www.dizidizi.net/lie-to-me/ 16 Şub 2009-00:57 | Llamrei (B.Kumbay)

8 Şubat 2009 Pazar

BEYAZPERDE’DEN BEYAZEKRAN’A: Sinema’nın Ustaları TV Dizileri’nde

Her hafta sabırsızlıkla beklediğimiz, karakterlerini tanıyormuşçasına bildiğimiz, özellikle 3 sezondan fazla sürerse günlük yaşamımızın parçası haline getirdiğimiz diziler; üzüldüğünde üzüldüğümüz, yaralandığında kahrolduğumuz, öldüğünde oturup ağladığımız dizi oyuncuları. Sanırım çoğumuzun ortak noktasıdır bu. Özellikle 2005 yılından sonra tv dizilerinde popülerlik açısından büyük bir patlama oldu. Kendim gibi 3 yaşından beri dizi delisi olan insanları saymazsam eskiye nazaran diziler filmlerden daha popüler, daha fazla hayran kitleleri var. Dizi oyuncuları da bu popülerlikten tabii ki nasibini aldı. 2000 yılında Dark Angel ile tanıdığım Jensen Ackles’ı artık herkes Supernatural sayesinde tanıyor mesela, filmler de çekmeye başladı ilerde çok daha büyük projelere imza atabilir. Yabancı sinema ve dizi izleyenler için normalde proses şu şekilde işler; ilk defa bir dizide görülen, tanınan, hayranı olunan bir oyuncu sinemada boy göstermeye başlar ve kendini beyazperde’de kanıtlar. Bunun en bilinen örneklerinden biri hiç kuşkusuz George Clooney’dir. Kariyerine Beyazperde’de başlayan Clooney Beyazekran’da ER dizisi ile tanınmış ve George Clooney olmuştur. Bir de bunun tam tersi bir proses var ki bu yazımda bundan bahsetmek istiyorum sizlere. Tam tersi proses demiştim ya; şu an günü gününe takip ettiğim yaklaşık 20 diziden özellikle 3 tanesi bu prosesin harika örnekleri. Bu dizilerde sinemadan tanıdığımız usta isimler başrolde ve tabii ki harika bir oyunculuk sergileyerek her bölümü sinema tadında izlememize neden oluyorlar. Bu dizileri kısaca tanıtmak istiyorum izninizle.

İlk dizimiz henüz 3. Bölümü oynamış olan Lie To Me. Dizi yalan söyleyenleri teşhis eden yalancılık üzerine uzmanlaşmış bir takımın maceraları üzerine kurulu.

Lie To Me’deki ustamız sinemanın en iyi karakter oyuncularından biri olan Tim Roth. Roth dizide yalan uzmanı Dr. Cal Lightman’ı canlandırıyor, canlandırmak eksik kalabilir resmen yaşatıyor.

Dr. Cal Lightman zeki, kendine güveni tam, yalan söylediğinizi tek bir parmak seğirmenizden anlayabilen bir dahi; 17 yaşında bir kızı olan boşanmış bir baba. Karakteri henüz 3 bölümdür tanıdığımdan dolayı fazla yorum yapamıyorum ama şimdiye dek tanıdığım en iyi dahi karakterlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Lie To Me ekibi de gayet güzel oluşturulmuş IQ’su yüksek bir ekip. Çok zevkli bir dizi olmuş gerçekten. Diziyi izlemeye başladıktan sonra hareketlerinize dikkat etmeye başlayacağınızdan emin olabilirsiniz.

Soldan Sağa;
Monica Raymund (Ria Torres), Brendan Hines (Will Loker), Tim Roth (Dr. Cal Lightman), Kelli Williams (Dr. Gillian Foster)



İkinci dizimiz Eleventh Hour. Eleventh Hour FBI’ın incelediği ama sonuç alamadığı bilimsel davaları çözen Dr. Jacob Hood etrafında şekilleniyor.

Eleventh Hour’daki ustamız Rufus Sewell. Tanıyanlar çok iyi bilir Rufus Sewell de sinemanın en iyi karakter oyuncularından bir diğeridir. Sewell her zamanki ustalığını dizide de sergiliyor ve oynanması zor bir rolü (karşımızdaki karısını üzücü bir olayda kaybetmiş bir bilim adamı, gerçek bir dahi) mükemmel şekilde canlandırıyor.

Dr. Jacob Hood yukarıda da bahsettiğim gibi hala karısının yasını tutan çok önemli bir bilim adamı, bir dahi. Bildiğimiz dahi tiplemelerinden farklı olarak Dr. Hood eğlenmesini bilen, zevkli, esprili ve çok sıcak bir karakter. Çözemediği dava bulunmayan Hood, tek bir kelime veya hareketten ilham alarak en bilinmez olayları şıp diye çözebilme yeteneğine sahip (bu yetenekten Dr. Gregory House’u anlatırken de bahsedeceğim).

Eleventh Hour ekibi diğer ekiplerden sayıca daha az; iki kişiden oluşuyor. Ajan Young’ın görevi Dr. Hood’u 7 gün 24 saat korumak ve bazı davalarda ona ilham periliği yapmak. Son yılların en zevkli dizilerinden biri Elevent Hour; bilimsel yönüyle de insana çok şeyler katan bir dizi.

Ajan Rachel Young (Marley Shelton) ve Dr. Jacob Hood (Rufus Sewell)



Üçüncü dizimiz Leverage. Leverage bir şirket, kurucuları eski bir sigorta müfettişi ve 4 hırsızdan oluşan şirketin amacı yardıma ihtiyacı olanlara bedelsiz yardım etmek tabii bu arada kötülere günlerini göstermek.

Leverage’daki ustamız Timothy Hutton. Hutton dahi sigorta müfettişi Nathan Ford karakterini canlandırıyor. Yine oynaması zor bir karakter çünkü bu kez karakterimiz oğlunu göz göre göre kaybetmiş ve intikam alması gereken de eskiden çalıştığı sigorta firması.

Nathan Ford dahi bir sigorta müfettişi olmasının yanında oğlunun ölümünden sonra karısı ile ayrılmış, işini bırakmış kısacası dünyası başına yıkılmış bir karakter. Bir gün aldığı iş teklifi sonrası 4 hırsızı bir araya getiriyor ve zengin kötülerden intikam almak için imkansızı başaran bir firmayı kuruyor.

Leverage ekibi yine kalabalık ve eğlenceli karakterlerden oluşan IQ’su yüksek bir ekip. Dizi gayet akıcı ve eğlenceli. Biraz Görevimiz Tehlike biraz A Takımı’nı andırsa da ilginç karakterleri ile ön plana çıkan kaliteli bir yapım.

Soldan Sağa;
Christian Kane (Eliot Spencer), Beth Riesgraf (Parker), Timothy Hutton (Nathan Ford), Gina Bellman (Sophie Devereaux), Aldis Hodge (Alec Hardison).



Dördüncü dizimiz House M.D.

House M.D. her ne kadar tipik bir hastane dizisi gibi görünse de özellikle baş karakterleri ve ilginç hasta ve hastalıkları ile benzerlerinden çok farklı bir yapım.

House M.D.’deki ustamız Dr. Gregory House’ı canlandıran Hugh Laurie. Aldığı 2 Altın Küre’yi belirtirsem oyunculuğunu anlatmanın yersizliğini belirtmiş olurum sanırım.

Dr. Gregory House karakteri bildiğimiz doktorlara benzemeyen bir doktor; insanlara değer vermeyen, onları sadece yalancı olarak gören (Dr. House’un Lie To Me’deki Dr. Cal Lightman ile ortak noktaları), hiçbir doktorun çözemediği davaları çözebilen ve bunu çoğunlukla tek bir cümleden ilham alarak yapan (bu da Dr. House’un Dr. Jacob Hood ile ortak noktası), insanlara sürekli hakaret eden, ona alınan hediyeleri çöpe atan, yanında çalışanları ve arkadaşlarını umursamayan bir dahi Dr. House. Manevi özelliklerinin yanında Dr. House topallıyor ve düzgün bir Amerikan aksanı ile konuşuyor. Karakteri canlandıran usta Hugh Laurie’nin topallamadığı ve koyu İngiliz aksanı ile konuşan bir İngiliz olduğunu göz önüne aldığımızda karakterin oynaması ne kadar zor bir karakter olduğu da ortaya çıkmış oluyor.

Hose M.D. ekibi şimdiye kadar gördüğüm en iyi tv ekiplerinden biri, esprili, akıllı, duygusal, çıkarcı, aşık, nefret eden doktorlardan oluşan ekip üyeleri çözülmesi neredeyse imkansız vaka’larla uğraşırken bir de onlara çelme takan, yarıştıran, hakaret eden patronları Dr. House’la uğraşmak durumunda kalıyorlar. 5. Sezonunun ortasında olan House M.D. gerek karakterleri, gerek konusu ve özellikle oyuncuları ile izlemeye değer bir dizi.



Son olarak 9 bölüm oynayarak iptal edilen Harsh Realm’a da değinmezsem ölürüm.

Harsh Realm’ın konusunu ilgili başlıkta görebilirsiniz. Buradaki ustamız D.B.Sweeney. D.B. Sweeney sinemanın tanınmış iyi oyuncularından ayrıca tv dizilerinde de konuk oyuncu olarak sık sık karşımıza çıkıyor (bunlardan bazıları Jericho, House M.D. (bir kesişme noktası daha) ve Leverage (bir tane daha)). D.B. Sweeney Harsh Realm’da Mike Pinocchio karakterini canlandırdı. Sanal alemde yaşayan gerçek bir karakter olan Mike Pinocchio yine diğer baş karakterlerimiz gibi zeki, esprili, becerikli ve zaman zaman aksi bir karakterdi.

Harsh Realm ekibi de Elevent Hour ekibi gibi iki kişiden oluşuyordu. Bu iki kahraman yenilmesi imkansız bir kötüyü yenip Game Over yapmak zorundaydı ama dizi iptal edilince her şey hayal gücümüze kaldı. 2000 yılı yapımı olmasına rağmen 2008 yapımlarına taş çıkarabilecek kaliteye sahip bir Chris Carter yapımı olan Harsh Realm şimdiye kadar izlediğim en müthiş dizilerdendi.

Michael Pinocchio (D.B.Sweeney) - Tom Hobbes (Sott Bairstow)


Nihayet upuzun yazımın sonuna geldiniz, umarım sizi bu konuda aydınlatabilmiş; Beyazperde’nin ustalarının oynadığı Beyazekran’ın bu güzel dizilerini biraz olsun tanıtabilmişimdir. Sinema bir büyüdür ama diziler de en az sinema kadar etkilidir hayatımızda. Her gününüz dizili geçsin diyorum…


B.Kumbay

1 Şubat 2009 Pazar

The Curious Case of Benjamin Button

Bir bebek 90 yaşında bir insan gibi doğsa, 7. yaşgününü 70 yaşındaki gibi tekerlekli sandalyede iki büklüm geçirse; içi ve dışı anca 45'li yaşlarında normal olabilse, 80 yaşındayken 8 yaşında görünse ve bunama belirtileri göstermeye başlasa; zaman geçtikçe konuşmayı, yürümeyi hatta düşünmeyi unutsa ve hayatı böyle sona erse; tüm bunlar beyaz perdeye nasıl yansır görmek ister miydiniz?

Cevabınız evet ise Benjamin Button'ın ilginç hikayesini mutlaka izlemelisiniz.

Film F. Scott Fitzgerald'ın "The Curious Case of Benjamin Button" adlı kısa hikayesinden uyarlama. Senaryo aslında bildik bir hikayeyi zamanın ters istikametinde anlatıyor. Tıpkı filmin başında bize tanıtılan tren garındaki saat gibi Benjamin'in hayatının tersten ama normal versiyonunu içimiz burkularak izliyoruz.

Hikayeyi yaşamaya bir hastane odasında başlıyoruz; ölmek üzere olan yaşlı bir anne kızına bir günlüğü okumasını söylüyor. Yaşlı kadın ölmek üzere ama günlüğün içindekileri bize yaşatmadan ölemez; bu saklı hikaye günışığına çıkmak zorunda.

Günlük Benjamin Button'a ait; içinde resimler, kartpostallar, çeşitli nesneler olan ilginç bir yaşamın yansıması sanki. Ve genç kadın annesine günlüğü okumaya başlıyor.

Benjamin annesinin öldüğü zor bir doğumla dünyaya geliyor; babası aşık olduğu kadının ölümü ve yeni doğmuş 90 yaşında görünen oğlunun şoku ile Benjamin'i bir yaşlılar evinin merdivenine bırakarak ortadan kayboluyor. Benjamin bu evde kendi deyimiyle çocuk olduğunu anlayamayarak yaşlılar arasında büyüyor; aslında büyüyor demek yanlış olabilir çünkü Benjamin ruhen büyürken bedenen gençleşiyor. Çocuk olmak insanı yetişkinliğe hazırlayan bir süreç ve Benjamin bu süreci asla yaşayamıyor; o yaşlıların arasında ölümün doğallığını görerek, hissederek ve ölümü bekleyerek yetişkin oluyor. 7 yaşında 5 yaşındaki Daisy ile arkadaş olan, ilk aşkı tadan, babasını babası olduğunu bilmeden tanıyan, hayatı hayata hazır olamadan yaşayan Benjamin'in ruhu zamanla yaşlandıkça bedeni gençleşmeye devam ediyor (growing younger deyimini kullanıyor Daisy bu durum için); taa ki bebek olana dek.

The Curious Case of Benjamin Button bize ölümü, aileyi, aşkı, yaşlılığı, hayatın anlamını ve anlamsızlığını anlatan çok orjinal bir film. Çocukluğun ve yaşlılığın aslında aynı olduğunu önemli olanın insanın sevdikleriyle beraber yaşaması olduğunu ve yalnızlığı anlatıyor. Bu bakımdan çok üzücü bir film, herkesin mutlaka kendini göreceği, kendini sorgulayacağı bir film.

Oyunculuk olarak Brad Pitt gerçekten çok iyi. Makyajın da çok etkisi var fakat Pitt 80 yaşında bir çocuğu; 18 yaşında ihtiyar bir adamı çok iyi canlandırmış. İzlediğinizde ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.

Gerçek anlamda iyi filmler çok nadir oscar alır ama 13 dalda oscar'a aday olan The Curious Case of Benjamin Button alacağı her ödülü hak eden bir film...

Herkesi izlemesi gereken bir film...

B.Kumbay

Apple Airtag ile Kedi Takibi

  Özellikle yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrası, dostlarımızın ve çocuklarımızın kaybolma riskini ortadan kaldırmak bir ihtiyaçtan öte gerek...