29 Ocak 2009 Perşembe

Outlander

Yapım Yılı: 2008
Süre: 115 dk

Oyuncular
James Caviezel -- Kainan
Sophia Myles -- Freya
Jack Huston -- Wulfric
Ron Perlman -- Gunnar
John Hurt -- Rothgar


Yönetmen Howard McCain
Müzik Geoff Zanelli


Ohhh beeeee ne zamandır böyle film izlememiştim işte budur diyerek başlıyorum yazmaya, tam sinemalık filmmiş kaçırdığıma yanarım.

Bilimkurgu - Fantastik türü en sevdiğim türdür; sinema benim için bu hayatta göremeyeceğim şeyleri gördüğüm bir sihirli şapkadır. İçinden çıkanlar ne kadar renkli, ne kadar olağanüstü, ne kadar heyecanlı olursa beni bu sefil dünya'dan o kadar uzaklaştırır, dertlerimi unutturur, kendimi kaybettirir.

Sefil ve ölümlü bir yaratık olduğumu hatırlamak için değil başka dünyalara yolculuk yapabilmek için film izlemeyi severim.

Outlander bu filmlerden biriydi; sanatsal, dramatik, romantik - sanat için sanat filmlerinden biri değil kesinlikle. İyi ki de değil bayıldım kaldım ekranın başında.

Konusu itibari ile yine insan bencilliğini işlese de işin içine uzay ve de tarih giriyorsa benim için olay bitmiş demektir.

James Caviezel'den öğğk olurdum, kendimi kınıyorum ve listeme yazıyorum. Sophia Myles'ı çok seviyorum; özellikle tarihi filmlerde prenses - savaşçı rolleri çok yakışıyor kendisine çünkü muhteşem güzel bir kız. İkisi de güzel oynamışlar bayıldım.

Oyoyoy Moorwen'lerin yok oluşları cidden şairaneydi, müziklere de bayıldım süperdi süper.

Bu arada Moorwen Alien'dan sonra en çok tırstığım yaratık olarak listemde 2. sıraya oturdu, hatta zorlasam 1 numara bile olabilir.




9 Ocak 2009 Cuma

Starwars

Yazmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum, bir efsaneyi anlatmaya nereden başlarsınız? O efsane modern insanoğlunun kültürünün en önemli parçalarından biri; kendinden sonra çekilmiş bilimkurgu filmlerin hemen hepsine kendinden bir şeyler katmış olan Star Wars ise bir yerlerden başlamak oldukça zor.

Serinin ilk filmi Star Wars Episode 1: The Phantom Menace aslında serinin 4. filmi. George Lucas 20.yy'da başladığı efsaneye yine 20.yy'ın son yılında devam ediyor. The Phantom Menace'da kötüler kötüsü Darth Vader'ın asıl kişiliği Anakin Skywalker'ın çocukluğuna dönüyoruz; Obi Wan Kenobi'yi henüz yeni Jedi olmuş, ustası Qui-Gon Jinn ile Jedi'ların altın çağında adaleti sağlıyorlar. Padmé Amidala henüz kraliçe ve Anakin ile ilk kez karşılaşıyor. Gizli bir tehlikenin içten içe büyüdüğünü keşfediyor ve birlikte durdurmaya çalışıyorlar.

The Phantom Menace 6 filmlik Star Wars efsanesine iyi bir giriş filmi; karakterleri (özellikle Obi Wan Kenobi, Anakin Skywalker ve Padme Amidala) ve "Force" u tanıyabilmemiz açısından önemli bir başlangıç. Anakin'in küçüklüğüne (çok tatlı ve iyi bir çocuk) bakıyorsunuz ve bu melek nasıl olur da Darth Vader'a dönüşür diyorsunuz. Önce son 3 filmi (çekim tarihine göre değil ama konuya göre) izlemiş biri olarak taşlar gayet güzel yerine oturuyor.

Yeni kuşak Star Wars'u pek sevmiyor ama 70 - 80 kuşağı Star Wars ile büyümüş ve ona tapmıştır. Onlardan biri olarak eski 3'lü ve yeni 3'lü diye ayırmak istemiyorum, hepsini seviyorum. George Lucas; May The Force Be With You...

20. yy'da doğmuş olan efsane 21. yy'da Star Wars'un geçmişini anlatmaya devam ediyor. Star Wars Episode 2: Attack of the Clones 6 film içinde görsellik açısından en zengin film. Obi Wan Kenobi Anakin Skywalker'ın ustası; Anakin artık bir Jedi. Padme ile gizli bir aşk yaşıyorlar ve bu arada yok oldukları sanılan bir Sith Lordu ve öğrencileri ile kanlı bir savaşa giriyorlar. Cumhuriyet halen var ve Jedi'lar adaleti sağlıyor. Anakin Skywalker'ın nasıl ve neden Darth Vader'a dönüşeceğinin ilk sinyallerini alıyoruz; gayet masumane, insani fakat gücün karanlık tarafına çeken duygular içinde. Padme'ye aşık, annesi ölüyor ve sevdiklerini daha fazla kaybetmek istemiyor. Üstelik şimdiye dek var olan Jedi'ların en güçlüsü. Obi Wan Kenobi rolünde Ewan McGregor hakikaten muhteşem. Anakin'i canlandıran Hayden Christensen ilk tercihim olmasa da artık onun oynamadığı bir Anakin düşünemiyorum bile. Natalie Portman zaten role acayip oturmuş başkası düşünülemezdi. Görselliğin ön planda olduğu Attack of the Clones oyunculuğu, müzikleri ve kurgusuyla serinin en sevdiğim 3. filmidir. Zengin içeriği şu günlerde vizyona giren Clone Wars animesi ile devam ettiriliyor. Obi Wan Kenobi; May The Force Be With You...

Star Wars Episode 3: Revenge of the Sith 6 bölüm içinde en sevdiğim Star Wars filmidir. Doğuştan Star Wars'çular (ilk film 77 yapımı, ben 79 doğumluyum ve Star Wars ile; bebekken elimde R2D2 ve Prenses Leia bebekleriyle büyüdüm. R2D2 hala duruyor, kafasını çevirince içinden yeşil ışın kılıcı çıkıyor) yeni filmler konusunda biraz fanatikler; filmden bile saymıyorlar eskilerin yanında ama ben bir bütün olarak bakıyorum olaya.

Revenge Of The Sith'de karanlık güç Anakin'i ele geçiriyor ve bu olay Jedi Çağı'nın sonu, İmparatorluk Çağı'nın başlangıcı oluyor. Anakin her şeyi Padme'yi ölümden kurtarmak için yapıyor ama rüyasında gördüğü şeye aslında kendisi neden oluyor. Film (hatta seri) her ne kadar Anakin Skywalker'ın yörüngesinde geçse de bence Revenge Of The Sith'in asıl kahramanı Obi Wan Kenobi. Obi Wan ve Anakin arasında geçen savaş hakikaten muhteşem. Aynı anda Yoda ve Darth Sidious da savaşıyorlar. İki savaş da muhteşem oluyor ve yeni bir çağın başlamasına neden oluyor.

Revenge Of The Sith'in en büyük özelliklerinden biri de Luke ve Leia Skywalker'ın doğumlarına şahit olmamız. İki kardeş birbirlerinden ayrılıyor ve farklı gezegenlere götürülüyorlar. Leia daha sonradan bir prenses olacak; Luke Obi Wan "Ben" Kenobi'nin gözetiminde babasının gezegeni Tatooine'de akrabalarının yanında büyüyecek.

Bu arada R2D2 ve C-3PO'dan bahsetmemek büyük haksızlık olacak. R2D2'ya inanılmaz derecede hastayım; özellikle verdiği tepkiler ve çıkardığı sesler inanılmazdır. C-3PO'nun da robot değil ama insan olduğundan şüphelenirdim küçükken, hareketlerine bakarsak bencillik modu'nun sonuna kadar açık olduğunu görebiliriz. 6 seri boyunca birbirlerinden nadiren ayrılmış ve imparatorluğun yıkılmasında çok büyük rol oynamışlardır.

Not: Revenge Of The Sith'in sonunda Anakin için gözlerimin dolduğunu ve Obi Wan Kenobi kucağında Luke'la Tatooine'e geldiğinde içimin cız ettiğini itiraf etmeliyim.

Yukarıda Star Wars aile ağacı var, seriyi yeni izleyecekler kim kimdir rahatlıkla anlayabilirsiniz.

Anakin Skywalker; May The Force Be With You.

Star Wars Episode 4: A New Hope; bütüne baktığımızda 4. gibi görünse de aslında orjinal Star Wars yani ilk çekilen filmdir. 1977 yılında çekilmiş bir bilimkurgu için inanılmaz efektlere sahip, özgün bir senaryosu, zenginin ötesinde bir karakter yelpazesi ve muhteşem müziklerinin yanında iyi bir kurgusu olan; sinema tarihine Harrison Ford'u kazandırmış bir filmdir, efsanedir. Filmde (son 3'lü için geçerli) ufak tefek hatalar olsa da 70'li - 80'li yıllarda yapıldığını göz ardı etmemek gerek. Ayrıca kendinden sonra çekilen hemen hemen her bilimkurgu filminde Star Wars'dan bir parça bulursunuz. En bilinen örnekler laser silahları ve hyper space'dir (Sargate Atlantis'i mesela hyper space olmadan düşünemiyorum). Star Wars'un sinema tarihine yaptığı en büyük katkılardan biri de Dünyayı Kurtaran Adam'dır, sırf bü yüzden bile tapılası bir filmdir :=)

Luke - Laila Skywalker, Obi Wan Kenobi, Han Solo, Chewbacca, R2D2 seride en sevdiğim karakterlerdir. Bunların yanında tabii ki Anakin Skywalker'ı atlayamam. Her ne kadar eski 3'lüde Darth Vader'dan nefret etmiş olsam da yeni 3'lüyü izlediğimde Anakin'in aslında Luke'un (ve Padme'nin) söylediği gibi kötü olmadığını görmüş oldum.

Eski ve yeni filmler arasında iki farklı nokta var dikkatimi çeken. Birincisi Obi Wan Kenobi eski 3'lüde Anakin'i henüz küçük bir pilotken bulduğunu ve Jedi olarak yetiştirdiğini söyler oysa Anakin'i ilk bulan ve konseye karşı durma pahasına öğrencisi yapmak isteyen Obi Wan'ın ustası Qui-Gon Jinn'dir.

İkinci nokta ise Dart Vader'ın kötülüğü ile ilgili. Yeni 3'lüde Anakin çok güçlü bir jedi ve çok daha güçlü bir sith'e Darth Vader'a dönüşüyor. Eski filmde izlediğimde Darth Vader'ın o şeytani kötülüğünü göremedim bu yüzden yeni 3'lünün Darth Vader'ına daha bir bayıldım.

Han Solo'yu seviyorum; Han Solo May The Force Be With You.

Star Wars Episode 5: The Empire Strikes Back; muhteşem üçlü Luke - Leia - Han Solo nihayet bir araya geliyor ve İmparatorluğa karşı amansız bir mücadeleye girişiyorlar.

Eski 3'lüde geçmiş anlatılırken daha medeni ve daha gelişmiş bir dünya diye anlatılıyor Jedi Çağı. Eski 3'lü gelecekte, yeni 3'lü geçmişte geçiyor. Bu olurken kurguda hiç bir eksik ve sapma yok, puzzleın parçaları yerli yerinde. Bu George Lucas'ın dahi bir yönetmen olduğunun kanıtıdır.

Küçükken Han Solo - Leia aşkı ne kadar efsanevi gelmişti bana, şimdi izlediğimde ne kadar saf bir aşkmış görüyorum ve şaşırıyorum.

Chewbacca ve R2D2'nun çıkardıkları seslere hastayım ya.

R2D2; May The Force Be With You.

Star Wars Return of the Jedi ile nihayete eriyor. Luke, Leia ve Han Solo isyancılar ile imparatorluğun sonunu getiriyor. Luke babasının oğlu güçlü bir Jedi oluyor; Darth Vader oğlunu kurtarmak için ustasını öldürüyor, kendi de ölüyor ama kurtulmuş olarak.

Star Wars herhangi bir seriyle kesinlikle karşılaştırılamayacak bir seri. Bütününe baktığımızda hayal gücünün sınırlarını zorlayan muhteşem bir film. Neredeyse yeni bir din yaratmıştır (benim de facebook'umda Religion: Jedi yazmaktadır). İyi ile kötünün efsanevi savaşının farklı bir boyutta geçtiği inanılmaz bir filmdir. LOTR vb. hikaye Star Wars hiç bir zaman unutulmayacak bir külttür.

Star Wars'un ilk 3 filmini kaç kere izledim sayısını unuttum ama Return Of The Jedi'ı dün izlediğimde hiç görmediğim bir sürpriz beni bekliyordu. Görünce inanamadım gözlerim doldu, benim yaşımdaki Star Wars fanatiklerinin de aynen öyle olmuştur eminim.

Müzikleri de muhteşemdir söylememe gerek yok sanırım, John Williams bu dünyaya bir daha gelmez aynen George Lucas gibi.


Yazılacak çok şey var ama Star Wars yazılacak değil yaşanacak bir seridir. Çocuklarım olursa Star Wars'la büyümelerini isterim aynen benim gibi.



B.Kumbay

4 Ocak 2009 Pazar

House M.D.


Yayıncı Kanal: FOX
Tür: Drama, Madikal Drama
Süre: 60 dk.
Kadro:
Hugh Laurie - Dr. Gregory House
Omar Epps - Dr. Eric Foreman
Jennifer Morrison - Dr. Allison Cameron
Jesse Spencer - Dr. Robert Chase
Lisa Edelstein - Dr. Lisa Cuddy
Robert Sean Leonard - Dr. James Wilson


Everybody Lies

Dr. Gregory House bir bulaşıcı hastalıklar uzmanı, asıl uzmanlık alanı ise teşhis koymak. Bunun için de ihtiyacı olan şeyler bastonu, Vicodin, odası, müziği, teşhis grubu (başlarda 3 kişi; Chase, Cameron ve Foreman), cadaloz ama afet patronu Cuddy ve tek ve en iyi arkadaşı olan Dr. James Wilson. Dr. House (tabelalardaki adı ile House M.D.) teşhis koyarken biraz farklı bir yol izliyor. Ona göre "Everybody Lies", bu yüzden gelen hastaların yüzünü çoğu zaman görmüyor bile, onlarla konuşmuyor, söyledikleri hiçbir şeye inanmıyor çünkü herkes yalan söyler. Bu tez % 99 doğru çıkıyor ve sonuçta kimsenin koyamadığı teşhisleri Dr. House hastalara inanmadığı ve onları adam yerine koymadığı için koyarak hayatlarını kurtarıyor.

Bu arada eklemem gereken çok önemli iki ayrıntı var; House geçirdiği ciddi bir hastalığın sonucu sakat kalmış, sağ ayağı topal ve Vicodin bağımlısı. İlaç olmadan acılar içinde kıvranıyor, ilaç aldığında da kafayı buluyor, Sonuçta koyduğu teşhislerde Vicodin onun ilham perisi oluyor.

House'un bu insanlık dışı davranışlarını dengelemek takımının işi; Cameron House'a "hasta"; ilk defa gördüğü insanları ve köpek yavrularını çok sevdiği için (Chase'in deyimiyle) grubun kalbi, takımı etik ve insancıl davranmaya zorluyor. Foreman takımın beyni, aralarında en tutarlı ve House'dan nefret eden aynı zamanda House'un teşhislerini yalancı çıkarmak için elinden geleni yapan kişi. Chase ise House'un deyimiyle "yalaka" olmasına rağmen House'un yaptığı % 1'lik yanlış teşhislerin ölümle sonlanmasını engelleyen gayet zeki, işini kaybetmemek için elinden geleni yapan fırsatçı ama rekabeti sevmeyen bir doktor. Lisa Cuddy House'un patronu, her ne kadar House'a günün 23 saati bağırarak her dediğine karşı çıksa da sonunda House'un her dediğini yapıyor. House'dan feci şekilde hoşlandığı da bir gerçek. Dr. James Wilson'a gelirsek; kendisi bu hayatta en çok sahip olmayı istediğim biri. Wilson mükemmel bir arkadaş, o kadar mükemmel ki öyle biri olabileceğini düşünmüyorum varsa da ölene kadar başka birine ihtiyaç duymadan onunla yaşayabilirim.

Bir hasta düşünün, genelde ortalık yerde bayılarak ya da ağzından burnundan kan boşalarak hastanemize geliyor. Acil servis tüm testleri yaptıktan sonra teşhis koyamazsa hastanın dosyası Cuddy'ye, oradan da House'un masasına gidiyor tabii karşılığında bir şey vermek kaydıyla ki bu genelde House'un klinikte normal hastalarla (baş ağrısı, burun kanaması, abuk subuk semptomlar gösteren hastalık hastaları) geçirmek zorunda olduğu klinik saatlerinde azalma oluyor. House hastayı kabul ettikten sonra ilk yaptığı şey beyaz tahta karşısında oturan ekibine dosyayı fırlatarak işe koyulmalarını söylemek.

Peki hastaya teşhis koymak için neler yapılmalı? Kan testleri ile başlayalım, daha sonra sırasıyla LP, MRI, CT Scan, Pet Scan, Toksikoloji, Tomografi, EKG olmadı Anjiyo ve Biyopsi yapalım.

Bu arada takım hastanın evine haber vermeden gitmek zorunda yani anahtar istenmiyor ya kapıyı kırarak, ya bacadan gireceksiniz ya da paspasın altındaki anahtarla. Ev toksinler, küfler, kullanıp da söylemediğiniz ilaçlar, uyuşturucular, böcekler için didik didik aranırken siz ölümle pençeleşmeye devam edebilirsiniz.

Peki bu testlerin sonucunda hangi teşhisleri koyalım? Lupus, Otoimmun, Cushing sendromu, Enfeksiyon, Wilsons, Mirror Sendromu, Parazit, Mantar, TB, Bakteriyel Enfeksiyon, Taksiyoplasmosis, Tuberoz Sukleroz, MS. Bunlar da olmadı kanser, kanser de olmadı ya genetiktir ya da çevresel etkenlere bağlı bir hastalıktır.

Peki birden fazla teşhis olasılığı var nasıl tedavi edersiniz? Sonuçta bir hastalığın tedavisi diğer hastalığı sonuna kadar besleyebilir örneğin ateş varsa kesin enfeksiyondur ama ateşin olmaması enfeksiyon olmadığı anlamına gelmez dolayısıyla enfeksiyon olmayan hastalıkları tedavi eden steroidleri verip bağışıklık sistemini zayıflatırsanız hasta enfeksiyondan ölecektir. Hasta genelde yanlış teşhis ve tedavi sonucu anaflaktik şoka girer, nöber geçirir, karaciğeri ve böbrekleri iflas eder, solunum zorluğu çekmeye başlar, kalp krizi geçirir, kulaklarından kan gelir, vücudu morarır ama tüm bunlar hiç semptom olmamasından iyidir ve teşhise yardımcı olur.

Peki House bu durumda ne yapar? Enfeksiyon olasılığı varsa bile hastaya steorid verir, durumu kötüleşince başka bir tedaviye başlar. Test sonuçları negatifse hastayı daha da hasta ederek sorunun ne olduğunu bulmaya çalışır ve de bulur.

Hastalara en çok konulan teşhis nedir peki? Yalancılık.

Sonuçta House bu konuda haklıdır; Herkes Yalan söyler, House dahil.

Okuduklarını anladıysanız eğer anlamış olduğunuz üzere House MD tipik bir hastane dizisi değil. Tıbbi yönü ağır basan ama yine de çok değişik karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ön planda olduğu gayet yaratıcı ve eğitici bir dizi. House ve Cuddy arasındaki elektrik, House ve Takımı arasındaki bağlılık, House ve Wilson arasındaki dostluk ilişkisi, House ve Vicodin arasındaki bağımlılık, Foreman ve Cameron arasındaki rekabet, Cameron ve Chase arasındaki aşk kısacası devamlı bipleyen, dütleyen, mırıldanan yaşam destek monitörlerinin ve MRI'ların eşliğinde ne ararsanız bulabilirsiniz bu dizide.

House MD şu an 5. sezon arasında, Ocak ortalarında 5.12'den devam edecek. Tabii bu arada büyük ihtimalle Hugh Laurie 2 altın küresine bir arkadaş daha edinecek ve ben de hergün Teardrop'lu ve 5 sezondur hiç değişmeyen jeneriği eşliğinde yeni yeni hastalıklar öğrenerek ülkem doktorlarından daha üstün hale geleceğim. Yalnız bir maruzatım var; eski takımın, özellikle Chase'in daha çok görünmesini istiyorum hatta görünmezse Anaflaktik Şok'a gireceğim.

B.Kumbay

Apple Airtag ile Kedi Takibi

  Özellikle yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrası, dostlarımızın ve çocuklarımızın kaybolma riskini ortadan kaldırmak bir ihtiyaçtan öte gerek...